Gıdada Türkiye’nin en büyük bilgi setine sahip kuruluşlarından İstanbul Ticaret Borsası (İSTİB) Başkanı Ali Kopuz’dan gıda ihracatının önemli isimlerinden Kazım Taycı’ya, İTO Başkan Yardımcısı Ahmet Özer’den TİM Hububat, Yağlı Tohumlar ve Mamulleri Sektör Kurulu Başkanı Ahmet Tiryakioğlu’na, TUSAF Başkanı Haluk Tezcan’dan TUSAF Başkan Yardımcısı Mehmet Mesut Çakmak’a Pakun CEO’su Ertan Özgen’den, Ulusoy Un Yönetim Kurulu Başkanı Eren Günhan Ulusoy’a, Oba Makarna CEO’su Alpaslan Özgüçlü’den, Ulusal Hububat Konseyi Başkanı Yönetim Kurulu Başkanı Özkan Taşpınar’a, Armada Gıda Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Hayri Sönmez’den İSTİB Meclis Başkanı Ahmet Bülent Kasap’a, İSTİB Sayman Üyesi Recep Salih Al’dan İSTİB Meclis Üyesi Çetin Topaloğlu’na kadar pek çok ismin yer aldığı dosya araştırmasıyla görüldü ki: Türkiye’nin bu sektörde önü açık. Bütün bu önemli isimlerin yaklaşımlarının sonunda Türkiye’nin neler yapması gerektiğine ilişkin mesajları dosyamızda sizler için sunduk.
Pandemi sonrası gıda, bütün ülkeler için stratejik bir sektör haline geldi. Anladık ki, gıda olmadan yaşam da olmuyor. Bu yüzden son dönemde hem ülkemizde hem dünyada en çok tarım, dolayısıyla gıda tartışılıyor. Türkiye, istenen noktada olmasa da dünya[1]da gıdanın önemli oyuncuları arasında yer alıyor. Bu sebeple söz konusu tartışmanın tam da odağında bulunuyoruz. Türkiye’de İş Dünyası, sektörün önde gelen oyuncularına gıdanın dünü, bugünü ve yarınını sordu ve sonucunda ortaya çıktı ki: Gıdada iyiyiz. Ama daha iyi olma şansımız da bulunuyor. Konunun en önemli oyuncularından biri Cumhuriyet’le yaşıt olan İstanbul Ticaret Borsası’nın (İSTİB) Başkanı Ali Kopuz, gıdada büyük oranda kendi kendine yeten bir ülke olduğumuzun özellikle altını çiziyor. Kopuz, TÜİK verilerini referans alarak 61 üründe yüzde 90 ve üzeri yeterliliğe sahip olduğumuzu söylüyor. Buğday konusuna ayrı bir parantez açan Kopuz, yıllık 22 milyon tonluk üretim kapasitesiyle dünya pazarında önemli bir oyuncu olduğumuz buğdayda, kendine yeterlilik oranının yüzde 96 seviyelerinde olduğunu da belirtiyor. Üretim konusundaki başarılarımızın yanı sıra ucuz buğdayı, makarna olarak işleyerek yurt dışına sattığımızı dile getiren Kopuz, “2023 Agrimetre verilerine göre yaklaşık 800 milyon Dolarlık makarna ihracatıyla da dünyada ikinci sıradayız” diye konuşuyor.
Anadolu topraklarının çok verimli olması hasebiyle ülkemizin, Avrupa’nın en büyük tarımsal üretim sahaların[1]dan biri olduğuna değinen İstanbul Ticaret Borsası (İSTİB) Başkanı Ali Kopuz, Türkiye’nin gıda üretim kapasitesini ve bu alandaki gücünü sayısal verilerle ifade etmenin, ülkenin tarım sektöründeki büyüklüğünü ve dünya genelindeki stratejik konumunu anlamak açısından son derece önemli olduğuna vurgu yaptı. 2023 yılı verilerini analiz eden Kopuz, “Tarımsal hâsılamız 68 milyar Dolar, tarımsal ihracatımız da 35 milyar Dolar seviyelerine gelmiş durumda. Ancak potansiyelimiz bu rakamların çok üzerinde” diye konuştu. Ülkemiz gıda üretiminde 100 milyar Dolar, ihracatında 50 milyar Dolarları hedeflememiz gerektiğini dile getiren Kopuz, “Dünya fındık üretiminin yüzde 70’ini tek başımıza karşılıyoruz. Bunun yanı sıra kiraz, incir, üzüm, kayısı ve zeytin üretiminde küresel çapta büyük üreticiyiz. Yaklaşık 5 milyon kişiye tarımsal istihdam yaratıyoruz. Buradan bakınca tarımın sosyoekonomik açıdan da kritik öneme sahip olduğunu görüyoruz. Tarım ve gıda üretiminde sadece bölgesel değil, küresel ölçekte de önemli aktörlerden biri sayılıyoruz” dedi.
Gıda sektörü, hava koşulları ve iklim değişikliği gibi üreticinin kontrol edemediği faktörlere de bağlı olması nedeniyle diğer üretim metotlarından ayrışan bir alan. Bu sebeple gıda sektörünün avantajları ve dezavantajlarına ilişkin sektör değerlendirmesi yapan Kopuz, “Gıda sektörü, insanlığın temel ihtiyacını karşıladığı için sadece ekonomik açıdan değil, insan sağlığı açısından da önemli. Sağlıklı ve kaliteli gıdaya erişim, toplumların genel refahı ve bireylerin yaşam kalitesi için de vazgeçilmezdir. Ayrıca, tarımsal ürünlerin ham madde olarak ekonomik değerlerinin düşük olması, işlendikten sonra ise katma değerinin artması, gıda sektörünün çok boyutlu bir alan olduğunu gösteriyor.
Tüm bu riskleri göz önünde bulundurarak üretim yapılan bir alan. Ama aynı zamanda, insanlık her zaman gıdaya ihtiyaç duyacağından, talep sorunu olmayan bir sektör. Bu canlı yapı, sektördeki firmaları daha dinamik ve yenilikçi olmaya zorlar” ifadelerini kullandı.
Gelelim olayın ihracat boyutuna. Ali Kopuz’un bu değerlendirmeleri Türkiye’nin önünü açacak mesajlar olarak görülebilir. Ama esasında Türkiye’nin önünü açacak konu ihracat ayağı olacak. Bu konuda da gıda sektöründeki konumumuzu değerlendiren Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İHBİR) Yönetim Kurulu Başkanı Kazım Taycı, oldukça olumlu bir tablo çiziyor. Özellikle hububat ve bakliyat tarafında genel dünya ortalamasına baktığımız zaman üst sıralarda olduğumuzu dile dile getiren Taycı, tüketimimizin üzerinde bir üretime sahip olduğumuzu söylüyor. Ayrıca Başkan, ülkenin gıdadaki iç üretim ve tüketim dengesi haricinde daha önemli bir konu[1]dan da bahsediyor ve diyor ki: “Şu anda etrafımızdaki çevre ülkelerin ana dağıtım merkezi durumundayız.” ÜLKELERİN ÜRÜN İŞLEME NOKTASIYIZ Ülkemiz; Rusya ve Ukrayna’nın hububatından, unundan, soyasından, mısırından, yağından birçok ürününe varıncaya kadar farklı ülkelerden gelen ürünleri hem işleme hem dağıtma işini de yapıyor. Bugün Mersin Limanı’yla ve proses işleme tesislerimizle Uzak Doğu, Kanada, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerinden gelen farklı ürünlerin işleme noktası haline geldik. Taycı, işleme noktası haline gelmemize ilişkin konuşurken süreci şu şekilde tasvir ediyor: “Ankara’ya bir pergel koyduğumuzu varsayalım, çevresindeki 4 saatlik periyodun hali gibiyiz. Türkiye’yi tam olarak böyle ifade edebiliriz.” Son yıllarda çok daha fazla dünya ticaretine entegre olmaya başladığımızı dile getiren Başkan, çift haneli yüzdelerle büyümemizi devam ettirdiğimizi söylüyor.
2023 yılında iklim şartlarının iyi olması hasebiyle çok iyi rekolteler yakaladığımızı bildiren Taycı, “Buğdayda 22 ton ile son 30 yılın rekor seviyesini gördük. Arpada ise yaklaşık 9 milyon ton rekolte yakaladık” diye konuşuyor. Öte yandan Taycı, 2000 yılında Türkiye Hububat, Bakliyat ve Yağlı Tohumlar Birliği’nin 1,13 milyar Dolarlık bir ihracatı olduğu[1]nu bildirerek, konuşmasına şu sözlerle devam ediyor: “2023 yılı itibariyle yaklaşık 12,5 milyar Dolarlık bir ihracat ile tamamladık. Yani baktığımız zaman gıda ihracatımızı 2020 ile 2023 yılları arasında 12,5 kat büyütmüşüz.”
Japonya’nın gıda kriterlerinin ve kontrolünün en üst seviyesi olduğuna dikkat çeken Kazım Taycı şu önemli bilgiyi aktarıyor: “Japon pazarı ihracatın nirvanası diyebiliriz. Japonya’ya ülkemizden birçok firma uzun yıllardan beri ihracat yapıyor ve her geçen gün de bunların sayısı artıyor. Bu bize aslında şunu gösteriyor: Biz Japonya’ya da mal satabiliyorsak, onun haricinde dünyanın her yerine çok rahatlıkla mal satabilme imkânımız var. Bu da bize çok büyük fırsatlar olduğunu, çok önemli yollar alabileceğimizi gösteriyor.”
Ülkemizi dünya gıda sektörünün buluştuğu bir merkez üssü haline getireceğimize inancı olduğunu belirten TİM Hububat, Yağlı Tohumlar ve Mamulleri Sektör Kurulu Başkanı Ahmet Tiryakioğlu, gıda sektörünün en büyük organizasyonlarından Worldfood Fuarı ile uluslararası dev şirketlerin satın-almacılarına, firmalarımızın gücünü gösterdiğimizi söyledi. Tiryakioğlu, fuarla birlikte ticari ve stratejik iş birliği yönünde fırsatlar arayan potansiyel partnerlerimize kendimizi anlatma fırsatı bulduğumuzu dile getirdi.
Dünyada gıda sektörüne yön veren iki önemli fuar bulunuyor. ANUGA VE SIAL, dönüşümlü olarak dünya gıda sektörünün önemli buluşması olarak öne çıkıyor. İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkan Yardımcısı Ahmet Özer, Türki[1]ye’nin de gıdada önemli bir fuarının olması gerektiğini dü[1]şünüyor. F İstanbul’un henüz yeni olduğuna dikkat çeken Özer, WorldFood’un da fiziki nedenlerden dolayı yeterince kapsayıcı olamadığını vurguluyor. ANFAŞ’ın ANUGA ile iş birliği yapmasını yakından takip ettiklerini söyleyen Özer, SİAL’i İstanbul’a almak için de çok çalışmaları gerektiğinin altını çiziyor. Önümüzde dönemde Türkiye’nin gıdadaki ağırlığını hissettirecek bir fuar için bütün kurum ve kuruluş[1]ların kafa yorması gerektiğini anlatan Özer, İstanbul Ticaret Odası olarak bu konuda koordine olmaya hazır olduklarını da sözlerine ekliyor.
Türkiye’nin, 2024 yılı Mayıs ayına kadar ihracat lideri konumunu korumaya çalışmasına rağmen “Dahilde İşleme Reji[1]mi” kapsamında, 15 Haziran-15 Ekim 2024 tarihleri arasında buğday ithalatının yasaklandığını ifade eden TUSAF Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Tezcan, bu sebeple un ihracatımızın Haziran ve Temmuz aylarında düşüşe geçtiğini söyledi. Konuya ilişkin Temmuz ayında son üç yılın en düşük ihracat rakamlarının kaydedildiğini ifade eden Tezcan, “2024 yılında alacağımız sonuçları 15 Ekim sonrasında yaşanacak süreç belirleyecek” dedi. Başkan, Türkiye’deki un ihracatında yıl sonu rakamlarına ilişkin öngörülerini sunarken, “2023 yılı sonuçlarımızın altında kalacağını ön görüyoruz” diye konuştu.
Türkiye’nin, dünyanın un ambarı olduğunun altını çizen Tezcan, ihracatın pek çok alt başlığa sahip bir konu olduğunu, dolayısıyla Türkiye’de olduğu gibi dünya pazarlarında da farklı sorunlarla karşı karşıya kaldığımızı ifade etti. “Gelişmemiş ülkelerde sıklıkla gümrük gibi başlıklar altında engellemeler önümüze çıkıyor, gelişmiş ülkelerde ise yer aldığımız ihracat pazarlarındaki paylarını kaybetmemek için Dünya Ticaret Örgütü bizim aleyhimizde davalar açıyor. Türk un sanayicileri olarak mahkemelerde kendimizi en iyi şekilde savunarak bu davaları kazanıyoruz” diyen Tezcan, TUSAF olarak her konuda üreticinin sesi olmaya devam edeceklerini vurguladı. Türkiye’nin gerek pandemi gerek Ukrayna-Rusya savaşı tahıl koridoru dönemi gibi sıkıntılı zamanlarda da küresel un ihtiyacına en iyi şekilde cevap verdiğini dile getiren Tezcan, “Önceliklerimizden olan; kaliteli üretim, doğru fiyat politikası ve hizmet anlayışıyla uluslararası pazarların en iyi tedarikçisi olmayı sürdüreceğiz” dedi.
Ülkemizin, son 15 yılın Dünya Un ihracatı birincisi olduğunun altını çizen TUSAF Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Mehmet Mesut Çakmak, un ihracatımızın, bu yılın ilk 6 ayında takriben yüzde 15 artış gösterdiğine, ancak Haziran ayında buğday ithalatının 15 Ekim tarihine kadar yasaklanmasının, un sanayicisinin çoğu yerde pazar kaybetmesine sebep olduğuna dikkat çekiyor. “Hedefimiz 4 milyon tonun üzerinde 1,7 milyar Dolarlık döviz girdisi sağlayarak yılı kapatmaktı” diyen Çakmak, un ihracatının geçen yılın Haziran ayına göre yüzde 36, Temmuz ayına göre yüzde 32 düşüş gösterdiğini ifade etti. 15 Ekim tarihine kadar sürecek olan buğday ithalatı yasağının un ihracatını da olumsuz anlamda etkilediğine vurgu yapan Çakmak, şöyle bir açıklama yaptı: “TUSAF olarak devletimizin aldığı 15 Ekim 2024 tarihine kadar buğday ithalatı yasağı kararını, çiftçilerimizin ürünlerini daha rahat satabilmeleri için desteklemekteydik. Ancak un ihracatındaki düşüşün ve kalite probleminin çözülmesi için, Türkiye Un Sanayicisi olarak buğday ithalat yasağının kaldırılmasını istemekteyiz. Aksi takdirde pazarlarımızın birçoğunu Rusya, Mısır ve Hindistan gibi ülkelere kaptıracağız.”
Haziran ayında açıklanan buğday ithalatı yasağıyla birlikte, öngörülen yıl sonu rakamlarının tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini belirten Ulusoy Un Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Eren Günhan Ulusoy, “Sonuç olarak 2024 yılı için un sektörü paydaşları ihracat tahminlerini 3,5 milyon ton olarak güncelledi” dedi. En çok ihracat yaptığımız ülkelere baktığımız zaman Irak ve Suriye gibi komşu ülkelerin öne çıktığını belirten Ulusoy, ülkenin güncel durumunu “Türkiye her dönem dünyanın gıda tedariğinde başvurduğu 1 numaralı ülke konumunu koruyor” şeklinde yorumladı.
Öte yandan Ulusoy, değişen iklim koşullarına uyum sağlayabilmek ve azalan ekilebilir tarım arazilerinden maksimum verim alabilmek adına, Tarım Bakanlığı’na bağlı Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü iş birliğinde ekmeklik buğday tohumu ıslah projesini hayata geçirdiklerinin haberini verdi. Bu projeyi yürütmekteki ana amaçlarının, iklim şartlarının üretimde yaşattığı dalgaların önüne geçerken, küresel iklim değişikliği ve artan nüfus karşısında buğday verimliliğini artırabilmek olduğunu dile getiren Ulusoy, “Ulusoy Un olarak Tarım Bakanlığı’na bağlı Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü ile yürüttüğümüz proje Türkiye’de bir ilk olma özelliğini taşıyor. Proje kapsamında pi[1]lot bölge olarak Ankara, Kırıkkale, Çorum ve Yozgat bölgesini belirledik” dedi.
Türkiye’nin un ihracatı konusunda hem kalite hem fiyat hem de ürün devamlılığı açısından küresel pazardaki rakiplerinin önünde olduğunu aktaran Pakun A.Ş. CEO’su Ertan Özgen, “Özellikle gelişmiş ülkelerin korumacı politikalarına rağmen 10 yıldır küresel un ticaretinde lider konumda bulunan Türkiye, yıllık un üretim kapasitesinin yaklaşık yarısını kullanabiliyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye küresel şartlara da bağlı olarak ihracatını çok daha üst noktalara taşıma kapasitesine sahip” diye konuştu.
1994 yılında TMO’nun yemeklik tane baklagilleri alım kapsamından çıkarması nedeniyle, başta mercimek ve nohut olmak üzere kuru baklagiller, çiftçilerimiz açısından cazip olmaktan çıkıyor. Bu sebeple 2014 yılında ülkemizde bakliyat ekili alanları ve üretim hacminin gerilediğini dile getiren Mersin Ticaret Borsası Ulusal Baklagil Konsey Başkanı Abdullah Özdemir, “Devletimizin 2014 yılından itibaren bakliyata verdiği önemi artırması ve bu yönde uyguladığı politikalar neticesinde son on yılda üretimde yüzde 27’lik bir artış elde edildi” diye konuştu. 2023 yılı itibariye ise ülkemizin bakliyat üretiminin 1,3 milyon ton seviyesinde olduğuna vurgu yapan Özdemir, konuya ilişkin şu detayları veriyor: “Bunun yüzde 44’lük bölümünü nohut, yüzde 32’lik kısmını kırmızı mercimek, yüzde 18’ini kuru fasulye ve kalan yüzde 6’sını diğer ürünler (yeşil mercimek, bakla, bezelye vb.) oluşturuyor.” Ayrıca ülkemizin bakliyat üretimine ilişkin TÜİK verilerini referans alan Özdemir, “1,4 milyon ton olacağını öngörüyoruz” dedi.
Gelelim baklagil hususundaki ihracat rakamlarına… 2024 yılının ilk 6 aylık bölümünde ülkemizin 677 bin ton bakliyat ihracatı gerçekleştirdiği ve bu ihracattan elde edilen gelirin 620 milyon Dolar olduğu bilgileri aktaran Özdemir, “Ülkemizin bakliyat ihracatının ise yüzde 43’ünü kırmızı mercimek, yüzde 23’ünü nohut, yüzde 21’ini kuru bezelye ve kalan yüzde 13’lük kısmını kuru fasulye ve yeşil mercimek oluşturuyor” diyerek detaylı bilgileri paylaşıyor. Özdemir, ihracat konusunda en önemli pazarlarımızda yüzde 30’luk pay ile Irak ve yüzde 26 ile Cezayir’in öne çıktığını söylüyor.
Özdemir, ülkemizin ihtiyaçlarına karşılık verecek aktarma limanı için en uygun yerin Mersin olduğuna dikkat çekerek, konuşmasında şu sözlere yer verdi: “Liman altyapı ve üstyapısının geliştiği, lojistik hizmetlerinin kümelendiği, ihtiyaç duyulan nitelikli iş gücünün fazlasıyla var olduğu, global deniz ticaretinin en önemli firmalarının operasyon merkezlerinin yer aldığı, kent merkezinin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyinin yüksek olduğu, yeniliklere açık ve çok kültürlü bir demografik yapıya sahip olması gibi özellikleri ile öne çıkan Mersin, böyle bir aktarma limanı için en uygun yer.”
Ülkemizde tarım arazilerinin yüzde 75’ini kaplayan hububat ürünleri, bitkisel ve hayvansal üretimimiziz omurgasını oluşturuyor. Bu sebeple hububat sektörünün stratejik bir ürün olduğunu dile getiren Ulusal Hububat Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Özkan Taşpınar, ülkemizdeki hububat üretimi verilerini şu şekilde açıkladı: “Türkiye hububat üretiminin 2024 yılında bir önceki yıla göre yüzde 5,4 oranında azalarak yaklaşık 39,9 milyon ton olacağı tahmin ediliyor. 2024 yılı üretim tahminleri ise; buğday 20,5 milyon ton, arpa 8 milyon ton, mısır 8 milyon ton seviyelerindedir. Türkiye, küresel tahıl üre[1]timinde yüzde 1,3 pay ile 17. sırada olup, 281 milyar dolarlık dünya tahıl ticaretinde ise 6,6 milyar dolarlık ticaretiyle yüzde 2,4 lük bir pay almaktadır. 795 milyon tonluk dünya buğday üretiminde Türkiye 20 milyon tonluk üretimle 10. sırada olup, kendine yeter bir üretim yapmaktadır.”
Türkiye’nin hububat verimliliğinde yıllar içinde artış gözlemlense de kalite yönünden istenilen oranın henüz yakalanamadığını dile getiren Taşpınar, bu durumun genel anlamda hububatın kıraç alanlara ekilmesinden kaynaklandığını ifade etti. Taşpınar, kaliteyi sağlama yönünde son 15 yılda ıslah çalışmaları, süne ile mücadele, sertifikalı tohum kullanımı, yetiştirme tekniklerindeki gelişmeler, ekim nöbeti gibi uygulamalarla önemli bir mesafe alındığını; ancak üretim aşamasındaki ihmaller, kuraklık, aşırı yağış, fare/köstebek, süne zararları ile çeşitli hastalık unsurlarının kaliteyi olumsuz etkilediğini söyledi.
Özellikle kırmızı mercimek, nohut, fasulye, bulgur, pirinç gibi ürünlerin üretiminde hem globalde hem yurt içinde söz sahibi olan Armada Gıda’nın Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Hayri Sönmez, bahsi geçen ürünlerin organik üretimlerinin onlara dış ticarette önemli bir avantaj sağladığını bildirdi. Türkiye’de gıda ihracatında karşılaşılan sorunlara değinen Sönmez, ihracatta yaşanılan önemli sorunlardan birinin navlun fiyatlarının artışına paralel olarak artan taşımacılık maliyetleri olduğunu kaydetti. Bir diğer önemli ihracat sorununun zaman zaman bakliyat ürünlerine getirilen kotalar olduğunu belirten Sönmez, “Bu kotalar ihracat hacmimizi ürün bazında zaman zaman dalgalandırabilmektedir” diye konuştu.
Ülkemizde 200 çeşit peynir üretiliyor ve bu peynirlerin 100’e yakını uluslararası standartlarda. Avrupa’da tescil almış Ezine peynirimiz de aslında bunu kanıtlar nitelikte. Peynir üretimi ve ihracatında en önemli avantajımızın coğrafya olduğuna vurgu yapan İSTİB Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Recep Salih Al, coğrafyaya bağlı olarak üretilen yüksek aromalı sütler ve bu sütlerden elde edilen olgunlaşmaya dayalı peynir çeşitlerimizin bizi ön plana çıkaran üretimler olduğunu ifade etti. Al, üretim kalitesinin yeterli olmasına rağmen, kalitemizi özellikle Avrupa ülkelerine yeterince tanıtamadığımızı söyledi. Türkiye’nin yurt dışında tam anlamıyla başarı elde edebilmesi adına geliştirmesi gereken stratejileri anlatan Al, ülkemiz peynirlerinin farklı karakteristik özelliklerinin dikkate alınarak sınıflandırılması, üretim teknolojisinin geliştirilerek standardize edilmesi, daha fazla peynirin coğrafi işaret alması, özellik ve bileşimlerine ait düzenli ve güncellenebilir veri tabanı oluşturulması ve dünyaya tanıtılması gerektiğini bildirdi.
Türkiye’de peynir ihracatını engelleyen faktörlerin başında ari işletmelerin yeterli sayıda olmaması olduğunu belirten Al, “Avrupa ülkeleri bu nedenle çeşitli bahanelerle kendi işletmelerini koruma adına sütteki bakteri miktarının bizde fazla olmasını sebep göstererek bizim ihracatımızı engelliyor” diyerek; süt, peynir üretimi ve depolamasındaki standardizasyon kriterlerininin en üst seviyede sağlanması gerektiğine vurgu yaptı.
Türk peynirlerinin genellikle Ortadoğu ülkelerinde tercih edildiğini belirten Al, Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin ithalat konusunda korumacı bir zihniyete sahip olduğunu ve kendi üreticisini koruma adına Türkiye’de üretilen katma değeri yüksek ürünlere pazarını açmadığını bildirdi. Avrupa’da yaşayan gurbetçilerin bu ürünleri bavul ticareti ile tedarik edebildiğini kaydeden Al, “Avrupa Birliği ülkelerinin peynir tüketim alanlarını iyi tespit edip ona göre pazarlama teknikleri geliştirmeliyiz” ifadelerini kullandı.
Türkiye hem zeytinde hem de zeytinyağında önemli bir üretici. Zeytin ağacı varlığımız son 20-25 yılda iki kattan fazla arttı. Hem zeytin hem de zeytinyağı üretiminde her geçen yıl güçlendiğimizi dile getiren İstanbul Ticaret Bor[1]sası (İSTİB) Meclis Başkanı Ahmet Bülent Kasap, “Türkiye dünya ile kıyaslandığında farklı yönü şudur: Biz zeytini çok, zeytinyağını az tüketiyoruz. Bu dünyada tam tersi durumda” diyor. Zeytin sezonunun erken-olgun hasat olarak literatürde 100 gün kabul edildiğini ifade eden Başkan, Bu dönem içinde günlük 160 ton olmak üzere sezonda yaklaşık 12 bin ton zeytin sıkma kapasitemizin mevcut olduğunu ifade etti. Hasadın erkenliğine, olgunluğuna yani mevsimsel ortala[1]maya göre 5 kilo zeytinden 1 kilo zeytinyağı elde edildiğini dile getiren Kasap, yaklaşık olarak 2500 ton zeytinyağı elde edecek kapasitemizin bulunduğunu söyledi.
Türkiye çok varyeteli olmasına rağmen zeytin ağacı varlığı ve tarihi kökleriyle yüksek bir potansiyele sahip. Sanayileşme pratiğimiz ve köklü gıda sanayimiz sayesinde küresel zeytinyağı pazarında Türk zeytinyağı markaları henüz varlık gösteremiyor. Bunun en büyük nedeni yarışa geç girmemiz. Bu nedenle ihracatımız markalı zeytinyağı olarak yapılamıyor ve dökme olarak gerçekleşiyor” diye konuştu.
İhracatımızın önünde engel teşkil eden iki faktörden söz eden Kasap, ilkini markalı veya kutulu zeytinyağına verilen desteklerin hem az hem de kısa süreli olması olarak tanımlayarak, “Son yıllarda birkaç kez rekolte ve stok durumu göz önünde bulundurularak dökme zeytinyağına yasak getirilmişti. Bu sayede hem iç piyasa başarılı bir bi[1]çimde regule edildi, hem de kutulu zeytinyağı ihracatımız bir önceki sezona göre iki kat arttı. Yeni rekolte beklentisi ve stoklar iç piyasadaki ihtiyacımızın yaklaşık iki katı zeytinyağımız olduğunu gösterince kota verildi. Bence bu kota da kaldırılmalı ve tamamen serbest bırakılmalı. Ayrıca kutulu zeytinyağı desteklenerek, ihracatın artırılması için çalışılmalı” diyor.
İkinci büyük engelimizin ise Gümrük Birliği anlaşması olduğunu ifade eden Kasap, bu durumun kangren haline gelmiş bir sorun olduğuna işaret etti ve “Biz yüksek gümrük vergileri dolayısıyla AB ülkelerine zeytinyağı satamıyoruz. 30 yıl önce yapılmış bir hata bugün bile ayağımızdaki ağır bir pranga… Bu yükten kurtulursak hızla güçlü bir ihracatımız olacağına inanıyorum” şeklinde konuştu.
Dünyada yıllara göre değişim göstermekle birlikte ortalama 1,16- 1,20 milyon ton fındık üretiliyor. Dünyada üretilen toplam fındığın yüzde 68-70’ini ise Türkiye üretiyor. Bu da yaklaşık 650-750 bin ton fındık anlamına geliyor. Listenin devamında ise Türkiye’yi 85-120 bin ton ile İtalya, 70 bin ton ile ABD takip ediyor. Türkiye’nin fındık üretimi ve ihracatı konusunda iyi durumda olduğunu ifade eden İstanbul Ticaret Borsası Meclis Üyesi Çetin Topaloğlu, verimlilik açısından durumun biraz can sıkıcı olduğunu dile getiriyor. Bahçelerin yaşlılığı ve bakım eksikliği nedeniyle verimlilik potansiyelinin iyi değerlendirilmediğini belirten Topaloğlu, Türkiye’nin ortalama 84 kg/dekar verim ile fındık üreticisi rakip ülkelerle kıyaslandığında sınıfta kaldığını aktardı. Topaloğlu’nun belirttiği rakamlara göre; İtalya’da 157 kg/dekar olan verimlilik oranı, ABD’ye baktığımızda 350 kg/dekar oranlarında seyrediyor. Üstelik ABD’nin yeni ekim yapılan alanlarından 450kg/dekara kadar verimlililk gözlemleniyor. Bu sebeple Topaloğlu, diğer ülkelerin fındık üretimine geç başlamaları nedeniyle, birinciliğimizin bir süre daha devam edeceğini öngörüyor.
Bu yıl beklenen tahmini rekoltenin 730 bin ton civarı olduğunu ve geçtiğimiz sene 650 bin ton civarı bir rekolte gerçekleştiğini bildiren Topaloğlu, “2022-2023 sezonunda 223 bin ton iç fındık ihracatı yaptık. Bunun karşılığında 1 milyar 706 milyon Dolar gelir elde ettik. 2023-2024 sezonunda 1 Ağustos itibariyle 224 bin ton iç fındık ihracatına karşı 2 milyar 160 milyon Dolar gelir elde ettik” diye konuştu. Ürettiğimiz fındığı satma potansiyeline sahip olduğumuzu, tek eksiğimizin katma değerli ihracat olduğunu dile getiren Topaloğlu, “Çiğ (naturel) iç fındık yerine mamül fındık ihracatı ve markalı ürün ihracatı yapmamız gerekiyor” dedi.
“Türkiye’nin un ihracatı ilk 6 ayda geçen yılın aynı döne[1]mine göre yüzde 15 artarak 1 milyon 800 bin ton düzeyinde gerçekleşti. Sektör, ilk altı ayda ihracattan 680 milyon Dolar gelir elde etti. 2023 yılında 3 milyon 663 bin ton un ihraç etmiştik” diyen Özgen, bu verilere bakarak sektörün 2024 yılı ihracat hedefine yaklaştığımızı söyledi.
Un ihracatçılarının son dönemde yaşadığı problemleri değerlendiren CEO, en büyük sorunu buğday ithalatına getirilen kısıtlamalar olarak görüyor. 15 Ekim’e kadar sürecek olan kısıtlamaların Türkiye’nin 10 yıldır sahip olduğu dünya un ihracatı şampiyonu konumunu kaybetmesine yol açabilecek kadar zorlayıcı olduğunu söyleyen Özgen, sözlerine şu şekilde devam etti: “Türkiye’de üretilen un iç tüketim için yeterli ve ülkemizin ihtiyacını karşılama noktasında bir sıkıntımız yok. Ancak ülkeye döviz girdisi sağlamak ve dünya pazarındaki şampiyonluğumuzu sürdürmek için buğday ithalatı yapmak durumundayız. Getirilen kısıtlama nedeniyle buğday ithalatı yapılamıyor ve bu nedenle un ihracatı zaman zaman durma noktasına geliyor.”
Türkiye’nin tarımsal sanayinde önemli bir yere sahip olan makarna sektörü, iç ve dış ticaret hacmi birlikte değerlendirildiğinde 1,5 milyar Dolarlık büyüklüğe sahip. Türkiye’nin, dünyanın ikinci büyük makarna ihracatçısı olduğunu dile getiren Oba Makarna CEO’su Alpaslan Özgüçlü, küresel makarna ticaretinin yüzde 27’sini ülkemizin gerçekleştirdiğini belirtti. Türkiye’nin dünya makarna ticaretinde lider ülke olabilmesi için öncelikle Avrupa Birliği’nin (AB) Türkiye’ye uyguladığı kotayı kaldırması ve ABD’nin antidamping uygulamasından vazgeçmesi gerektiğini söyleyen Özgüçlü, “Yılda 2,5 milyon ton makarna üretip 1,2 milyon tonunu ihraç eden Türkiye için AB tarafından konulan 20 bin tonluk kota çok düşük bir miktar. Bu uygulama İtalya’yı Avrupa ülkelerinde rakipsiz bir ihracatçı haline getiriyor. Bu konuda sektör kuruluşlarımız Ticaret Bakanlığımız ve AB nezdindeki çalışmalarını sürdürüyor. AB kotasının kaldırılması halinde Türkiye’nin küresel makarna ticaretinde birinci sıraya yükselmesi hayal değil” diye konuştu.
GÜNDEM KORİDORU
12 Ekim 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.