İnsanın dış görünüşüne dikkat etmesi kendini ifade etmenin ve kendine olan saygısının sessiz ama en güçlü yolu… Başlıkta da belirttiğimiz gibi “Kendini güzelleştiren dünyayı güzelleştirir” derken kendimize gösterdiğimiz özenin aslında çevremize de dokunduğundan bahsediyoruz. Çünkü biliyoruz ki iyilik nasıl bulaşıcıysa, güzellik de bulaşıcı. Bu sebeple de güzellik kavramını derinlemesine ele alarak alanında uzman isimlere güzelliği nasıl tanımladıklarını, daha güzel bir dünyayı nasıl oluşturabileceğimizi, bireylere ve şirketlere ne gibi sorumluluklar düştüğünü sorduk.
Tarih boyunca güzellik kavramı birbirinden farklı tanımlarla gündeme gelmiş. Fakat süreç boyunca güzelliğin ne olduğuna ve güzelliği neyin oluşturduğuna dair tatmin edici bir güzellik tanımına rastlamıyoruz. Bu anlamda bakıldığında güzelliğin özünden ötürü subjektif ve tanımlanamaz olduğunu söyleyebiliriz. Fakat buna rağmen günümüz toplumlarında güzellik algısına dair kabul görmüş normlar bulunuyor. Belki de bu tanımların hiçbiri güzellik kavramını esaslı bir pencereden gözetmiyor. Tüm bunların yanı sıra güzellik kavramına ait toplumsal belirlemeler, aslında onu bir kavram olmaktan çıkarıp yaşam alanını belirleyen bir ölçüte dönüştürüyor. İçinde bulunduğumuz çağda güzellik kavramındaki anlam değişimi, insanın kendini algılayış biçiminden tutun mevcut ekonomik sistemin ortaya koyduğu neden-sonuç ilişkisine kadar yansıyor. Her ne kadar estetik bilimi, bu kavrama net bir tanım getirememiş olsa da biz güzelliğin tanımını yalnızca bireye indirgemeden, ‘dünyamızı güzelleştirme’ motivasyonuyla ele aldık ve dedik ki: “Kendini güzelleştiren dünyayı güzelleştirir.” Bu konuda yetkin isimlerin de bizimle benzer bir fikirde olduğunu gördük.
Örneğin Sora Grup CEO’su Salih Çıta, “Kişinin kendini iyi hissetmesi, moral, motivasyon, öz güven ve ruh halinin pozitif yansımasının karşılığı” diye tanımlıyor güzellik kavramını. Zen Pırlanta Yönetim Kurulu Üyesi Şükran Güzeliş ise güzelliği soyut bir ifadeyle ele alarak, “Güçsüz olanların güçlü olanlar tarafından desteklendiği, özellikle günümüz dünyasında sağlık, eğitim gibi konularda eşitliğin sağlanmaya çalışıldığı bir evren” olarak betimliyor. 1990’lı yıllarda ikonik bir güzellik anlayışının hâkim olduğunu dile getiren L’Oréal Türkiye Ülke Genel Müdürü Sinem Sandıkçı Gökçen de günümüzde kişiselleştirilmiş güzellik anlayışının hâkim olmaya başladığını ve tüketicinin daha bilinçli bir hal aldığını vurguluyor. Güzellik algısının geçmişte fiziksel görünüme odaklanırken, günümüzde sağlıklı yaşam, doğal içerikler ve sürdürülebilir yaklaşımları ön planda tutan bir anlayışa evrildiğini anlatan Sinoz Kozmetik CEO’su Yasin Çörekci, “Tüketiciler artık etik değerlere uygun, çevreye duyarlı ve temiz içerikli ürünlere yöneliyor” diyerek tüketicinin zaman içindeki yönelimini olumlu bir pencereden değerlendiriyor.
Türkiye’de kişisel bakım sektörünün, inovasyon ve kaliteye olan talebin artmasıyla büyük bir ivme kazandığını dile getiren Sinoz Kozmetik CEO’su Yasin Çörekci, tüketicilerin artık yalnızca ürün performansını değil, aynı zamanda markaların değerlerini ve etik duruşlarını da göz önünde bulundurduğunu dile getirdi. Bu dinamik pazarın, yerel ve global markalar için fırsatlar barındırdığını ifade eden Çörekci, “Sinoz olarak 2008’de başladığımız bu yolculukta, kaliteye ve müşteri memnuniyetine öncelik vererek sektörde lider bir konum elde ettik. Bunun bir göstergesi olarak, Ticaret Bakanlığı tarafından düzenlenen 27. Tüketici Ödülleri’nde “Tüketici Memnuniyetini İlke Edinen Firma” ödülüne layık görüldük. Bu ödül, müşteri memnuniyetini temel alan vizyonumuzun ve hizmet anlayışımızın bir yansıması” diye konuştu. Ayrıca tüketicilerin markaya duyduğu güveni, Türkiye İtibar Akademisi’nin “Kadınların En Çok Güvendiği ve Tercih Ettiği Marka” ödülü ile pekiştirdiklerini duyuran CEO, “SİNOZ olarak yalnızca ürünlerimizle değil, sektöre getirdiğimiz yenilikçi bakış açısıyla da büyümeye devam ediyoruz” diyor.
Güzellik algısının geçmişte fiziksel görünüme odaklanırken, günümüzde sağlıklı yaşam, doğal içerikler ve sürdürülebilir yaklaşımları ön planda tutan bir anlayışa evrildiğini anlatan Çörekci, konuşmasına şu sözlerle devam etti: “Tüketiciler artık etik değerlere uygun, çevreye duyarlı ve temiz içerikli ürünlere yöneliyor. Sinoz olarak bu dönüşüme öncülük ediyoruz. Ürünlerimizde temiz içerik kullanımına özen gösterirken, geri dönüştürülebilir ambalajlarla çevreye olan katkımızı artırıyoruz. Aynı zamanda hayvan haklarına duyarlıyız; kesinlikle hayvanlar üzerinde test yapmıyor, PETA’nın sıkı kriterlerine uyarak Cruelty-Free sertifikalı ürünler üretiyoruz.” Şirketin sürdürülebilir güzellik vizyonunun inovasyon ve etik değerlerle şekillendiğinden söz eden Çörekci, “Bu yaklaşımla, tüketicilerimizin cilt sağlığını destekleyen etkili ürünler sunarken, çevreye duyarlı bir marka olarak sektörde fark oluşturmaya devam ediyoruz” diyor.
“Markaların, topluma ve çevreye karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmesi, daha iyi bir dünya için kritik öneme sahip” diyen Çörekci, bu noktada sadece kaliteli ürünler sunmak yeterli olmadığını; çevresel sürdürülebilirliği destekleyen ve toplumsal faydayı artıran adımlar atmak gerektiğini vurguluyor. Sinoz olarak bu sorumluluğu işin merkezine yerleştirdiklerine dikkat çeken CEO, “Ödüllerimiz, müşteri deneyimine verdiğimiz değeri ve çevresel duyarlılığımızı kanıtlıyor. Çevre dostu üretim süreçlerimiz ve PETA onaylı hayvan testlerinden arınmış ürünlerimiz, daha yaşanabilir bir dünya oluşturma misyonumuzun temel taşları. Temel hedefimiz ise, markamızın sürdürülebilir değerler etrafında büyümesini sağlarken, toplumda ve sektörde kalıcı bir etki bırakmak” diyerek sözlerini noktaladı.
Türkiye’deki güzellik pazarının ivmesine ilişkin açıklamalar yapan L’Oréal Türkiye Ülke Genel Müdürü Sinem Sandıkçı Gökçen, 2024 yılı itibarıyla Türkiye’de güzellik pazarının 150 milyar liraya ulaşması ve adetsel olarak yüzde 10’luk bir büyüme kaydedilmesini beklediklerini söylüyor. Gökçen bu oranın, dünya genelindeki güzellik pazarının iki katı hızında bir büyümeye işaret ettiğinin altını çizerken, “2025 itibarıyla, Türkiye’nin güzellik pazarındaki büyüme, Avrupa’da en hızlı artan ülkelerden biri olacağı öngörülüyor. Avrupa’nın 32 ülkesi arasında ilk 10’da yer alan Türkiye, genç nüfusu, dijitalleşme süreci ve artan güzellik ilgisiyle dikkat çekiyor. L’Oréal’in araştırmalarına göre, Türkiye 2025’te Avrupa güzellik pazarında yüzde 16’lık büyüme ile en büyük artışı gerçekleştirmesi öngörülüyor” diyor. ARTIK
Güzellik algısının değişimi konusunda teknoloji ve tüketici davranışları arasındaki etkileşim önemli bir itici güç. 1990’lı yıllarda ikonik bir güzellik anlayışının hâkim olduğunu dile getiren Gökçen, “2010’lara kadar belirli güzellik anlayışları, genellikle ünlü modellerin tercih ettiği stillerle şekilleniyordu. Ancak 2010’ların başında, daha kolektif bir güzellik anlayışına doğru değişim başladı. Tüketiciler “hepimiz için güzellik” diyorlardı. 2020’den itibaren ise kişiselleştirilmiş güzellik anlayışı hâkim olmaya başladı. Tüketiciler, güzelliğin sadece bireysel ve özelleştirilmiş olmasını talep etmeye başladılar. Tüketiciler artık daha bilinçli. Bu yüzden biz bu tüketicilere ‘artırılmış tüketiciler’ diyoruz. Her şeyi hızla talep ediyorlar, sürekli etkileşimde bulunmayı tercih ediyorlar ve tüm bu süreçte son derece bilinçli hareket ediyorlar” diye konuştu.
Markalar olarak daha iyi ve sürdürülebilir bir dünya için çevreye duyarlı, toplumsal sorumluluk sahibi ve sürdürülebilir iş modellerinin benimsenmesi gerektiğine inanan Gökçen, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “L’Oréal olarak ‘Tekno-güzellik’ liderliğimizle, güzelliğin geleceğini sorumlu, sürdürülebilir, kapsayıcı ve erişilebilir bir şekilde şekillendirmeyi hedefliyoruz. Pazar payımızdan çok kalplerdeki payımızı önemsiyoruz ve güzelliğe güzellikle liderlik ediyoruz. Tüketicilerin çevreye duyarlı ve doğaya saygılı ürünlere olan ilgisinin arttığını gözlemliyoruz.”
Sinem Sandıkçı Gökçen, “L’Oréal Türkiye olarak, faaliyet gösterdiğimiz kategorilerde yüzde 25 pazar payı ile lider konumdayız ve satışlarımızın yaklaşık yüzde 30’u e-ticaret kanalından gerçekleşiyor. Türkiye güzellik pazarındaki liderliğimizi ve pazar payımızı her yıl pazarın 1,5-2 kat üzerinde büyüyerek hızlı bir şekilde artırmayı hedefliyoruz. Hem güzellik hem de teknoloji alanlarında yenilikçi çözümler üretmeye devam edeceğiz ve teknolojiyi, tüketicilerimizin taleplerine yanıt verebilecek sürdürülebilir ve kişiselleştirilmiş çözümler sunma gücüyle birleştireceğiz” dedi.
Güzellik kavramını; “Kişinin kendini iyi hissetmesi, moral, motivasyon, özgüven ve ruh halinin pozitif yansımasının karşılığı” olarak tanımlayan Sora Grup CEO’su Salih Çıta, “Sora Grup olarak bu bilinçle sektörü yakından takip ediyor ve ülkemizde sektörün ilk Ar-Ge merkezleri arasında yer alan gelişmiş Ar-Ge laboratuvarlarımızda multi-functional ve katma değeri yüksek ürünler geliştiriyoruz. Sürdürebilirliğin Ar-Ge yatırımları ve inovasyonla mümkün olacağına inanıyor ve stratejilerimizi buna göre belirliyoruz” diyor. Kaynakları doğru kullanarak gelecek kuşağa temiz ve yaşanabilir bir dünya bırakma perspektifinden bakıldığında kimya sektörüne önemli sorumluluklar düşüyor. Son yıllarda karbon salınımı, çevresel etki değerlendirme ve kaynak kullanımı, yenilenebilir enerji, doğada dönüşebilen ambalaj gibi birçok yeni kavramın gündeme geldiğini ifade eden Çıta, konuşmasını şu sözlerle sürdürüyor: “Her geçen gün bu kavramlara yenileri ekleniyor. Bu sebeple sektörün sürdürebilirlik stratejilerinden biri olan Waterless kozmetik ürün yaklaşımı gelecekte çok daha fazla gündemimizde olacak. Firma olarak üretimlerimizde insan ve çevreye duyarlı proses ve teknolojiler kullanıyor, yenilenebilir enerji ve atık su geri kazanımı gibi birçok alanda kaynak tasarrufu sağlayarak gelecek nesillere bugünden daha güzel, temiz ve yaşanabilir bir dünya bırakmaya özen gösteriyoruz.”
Kimya mühendisi olan ve 41 yıldır kozmetik sektöründe faaliyetlerine devam eden Salih Çıta, kozmetik sektörünün artan tüketici beklentilerine paralel olarak cazibesini ve verimliliğini sürekli artırdığını dile getiriyor. Sektörün, insan neslinin var olacağı sürece varlığının ve gelişiminin devam edeceğini ifade eden Çıta, “Son yıllarda online pazardaki büyüme hacmine bakıldığında sektörün büyüme hızına paralel olarak gelecekteki büyüme potansiyelini tahmin edebilmenin hiç de zor olmayacağı açık” diyor. 1970’li yıllarda aerosol ürün dolum makinaları üretimiyle sektöre giriş yapan Sora Grup, ilerleyen dönemlerde faaliyetlerini artırarak 2000 yılında kozmetik üretimine başlıyor. Firmanın, 2011 yılında Türkiye’nin en eski markalarından biri olan, cilt ve vücut bakım ürünleri grubunda kozmetik tüketicisine hitap eden Bebak markasını satın aldığını dile getiren Çıta, “Bu yatırımın ardından firma, 2016 yılında saç bakım ve profesyonel ürünler kategorisinde önemli bir pazar payına sahip olan Morfose markasını ve son olarak da 2019 yılında Make-Up ürünleriyle bilinen ve üst segmentte yer alan Alix Avien Paris markasını bünyesine katarak büyümeye devam etti. Sora Grup çatısı altında altı farklı firması ile faaliyetlerine devam eden şirketlerimiz yüksek teknoloji üretim tesisleri ve güçlü Ar-Ge yapısıyla dünya genelinde 7 kıtada 150 ülkeye aktif ihracat yapmakta ve ülkemiz kozmetik sektörünün gelişimine önemli katkı sağlıyor” diye konuştu.
Türkiye’de organik kozmetik ürünleri üreten ilk firma olduklarını belirten Bioterra Organics Yönetim Kurulu Başkanı Ergün Özmen, “Son yıllarda nihai tüketicinin farkındalığı arttı. Dolayısıyla organik kozmetiğe de merak arttı ve biz de ne yapabiliriz diye baktık. Türkiye’de organik kozmetik ürünleri üreten bir firma yoktu, biz öncü olduk ve Bioterra öyle ortaya çıktı. Ülkemizde şu anda lider konumdayız. Bizim ardımızdan elbette bu işe başlayan firmalar da pazarda yer edinmeye başladı. İlk önce üretim tesislerimizi kurduk. Öncü olmanın elbette zorlukları var ama önemli olan projeye inanmak. İnandığınız zaman zorluklar ikinci plana düşüyor. Uzman ekibimizi oluşturduk” diyor. Organik kozmetik işinde en önemli şeyin gönül vererek çalışmak olduğunu ve bu sürecin aslında bir sosyal sorumluluk projesi gibi algılanması gerektiğini ifade eden Özmen, “İnsan sağlığına faydamız olsun istiyoruz. Bu sebeple ciddi bir Ar-Ge çalışması yapıyoruz. İnsanların daha güzel bir dünyada yaşamaları için yaptığımız bir iş. Bu sebeple çok ciddi motive oluyoruz. Cilt bakım, saç bakım, organik bitki yağlarından çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Bunları gördükten sonra ne kadar doğru bir yolda olduğumuzu anlıyoruz” diye konuştu.
Özmen, halihazırda yaklaşık 120-130 kalem ürün gamına sahip olduklarını dile getirdi ve tüketiciyi şu sözlerle uyardı: “Bunlar içinde saç bakım, cilt bakım ürünleri ve bitki yağları, diş macunu ve boğaz spreyi gibi ürünlerimiz var. Kimyasal hiçbir ürünümüz yok, her biri organik. Organik ürünlerde tarladan başlayarak her aşamada denetim var ve belgelere dayalı işliyoruz. Bu şekilde üretilen ürünlerin üzerinde organik sertifika logosunun olması gerekiyor. Tüketicilerin dikkat etmesi gerekiyor, eğer logo yoksa o ürün organik yollarla üretilmemiştir.”
Ürün gamındaki ürünlerin birkaçına ilişkin bilgi veren Özmen, “Örneğin şampuanımız sülfat içermiyor. Diğer ürünler gibi köpürme özelliği yok. Esas temizlik köpürmeyen üründe mevcut. Organik diğer ürünler de de elbette köpürme olmuyor. En zorlandığımız şey insanların temizlik konudaki var olan algısını ve alışkanlıklarını değiştirmek. Köpürmeyen ürün temizlemez sanıyor tüketici. Ama temizlik ürünleri vücuda emilim sağlıyor. Dolayısıyla organik ürünlerde parfüm gibi kimyasal içerikler olmadığı için rahatlıkla kullanılabilir herkes. Buram buram koku almazsınız belki ama bitki kokusu alırsınız.”
“Organik ürünlerin üretimi konusunda da izinlere tabiiyiz” diyen Özmen, izinleri almak konusunda zorluk yaşamadıklarını belirtiyor. İzin sürecinin rahat geçmesini uzman bir kadro ile çalışmaya bağlıyor Özmen ve devam ediyor: “Mutlaka teşvikler olmalı. Çünkü bazı ham maddeler Türkiye’de yok, ithal ediyoruz. Yeterli sayıda bitkimiz ve dolayısıyla yağımız yok. Bunlar hakikaten pahalı ürünler. İthal ham madde aynı zamanda rekabet gücü konusunda elimizi bağlıyor. Bizim girdi maliyetlerimiz çok yüksek. Türkiye’den alınan yağlarla bizim aldığımız yağlar arasında ciddi farklar var.”
Organik kozmetik ürünlerini yurt dışına da satacak noktaya geleceklerini aktaran Özmen, “Bununla ilgili planlarımız var. Özellikle Avrupa pazarı bu ürünlere çok meraklı. Bu süreç yavaş yavaş başladı. E-ticaret pazarında zaten varız, bize oradan ulaşabilir tüketiciler” diyor.
Güzellik algısının zaman içinde derin bir dönüşüm sürecine girdiğine vurgu yapan Ezel Kozmetik Yönetim Kurulu Üyesi Nedim Karaca, “Önceleri belli estetik standartlara ve dış görünüşe odaklanılırken, günümüzde sağlıklı bir cilt, doğallık ve bireysel farklılıkların önemi daha çok vurgulanıyor. İnsanlar artık yalnızca güzel görünmeyi değil, aynı zamanda kendilerini iyi hissetmeyi ve doğayla uyum içinde bir yaşam sürmeyi önemsiyor. Dolayısıyla bu dönüşüm, güzellik sektöründe kullanılan içeriklerin, üretim süreçlerinin ve markaların iletişim dilinin yeniden şekillenmesine yol açıyor” şeklinde konuştu. Ezel Kozmetik olarak güzellik algısındaki bu değişimi yakından takip ettiklerine dikkat çeken Karaca, “Doğal içeriklere olan talebi karşılamak için ürünlerimizi sürekli geliştiriyoruz. Ana bileşenimiz olan kil, doğanın bizlere sunduğu en saf ve etkili malzemelerden biri. Cilt üzerinde dengeleyici, arındırıcı ve yenileyici etkiler sağlayan bu doğal bileşeni, modern formüllerle harmanlayarak kullanıyoruz. Güzellik anlayışımız, bireylerin kendi doğal güzelliklerini ortaya çıkarırken, doğaya zarar vermeyen çözümler sunmak üzerine kurulu. Ezel Kozmetik olarak, cilt bakımında sadece güzelliği değil, sağlıklı bir yaşamı ve doğayla uyumu teşvik ediyoruz” diye konuştu.
Daha güzel bir dünya oluşturmak için insan ve doğa arasındaki dengenin korunması gerektiğine vurgu yapan Karaca, “Her bireyin ve markanın, doğaya ve topluma karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmesi büyük önem taşıyor. Çevre dostu üretim süreçleri benimsemek, doğal kaynakları verimli kullanmak ve israfı en aza indirmek bu sorumlulukların başında geliyor. Aynı zamanda, toplumu bilinçlendiren ve doğal yaşamı destekleyen projeler hayata geçirmek de bu sürecin ayrılmaz bir parçası. Bizler de cilt bakımında kil gibi doğal ve etkili bir maddeyi ön plana çıkararak, doğanın gücünü modern yaşamın ihtiyaçlarıyla birleştiriyoruz” diyor.
Türkiye’de cilt bakımı sektörünün, son yıllarda hızla gelişiyor ve giderek bilinçlenen bir tüketici kitlesine hitap ediyor. Özellikle doğal ve etkili içeriklere olan talep, sektördeki büyümenin ana itici gücü haline geldi. Tüketiciler artık sadece cilt bakımı ürünlerinin etkisini değil, aynı zamanda ürünlerin doğallığını, güvenilirliğini ve uzun vadeli faydalarını önemsiyor. Bu bilinçlenme, sektörde hem yerli hem de uluslararası birçok markanın kendini geliştirmesine ve yenilikçi çözümler sunmasına olanak sağlıyor.
Günümüzde güzellik algısının giderek değiştiğini ve insanların daha doğal, kendine özgü bir güzelliği benimsediğini belirten Lyn Skincare Kurucu Ortağı Vildan Akay, Lyn Skincare’in de bu değişime ayak uydurduğunu şu şekilde ifade ediyor: “Güzellik algısının değişmesi için biz de çaba sarf eden markalardan biriyiz. İlk günden beri ‘kendi doğal ışığını yakala’ dediğimiz şey, kendini olduğun gibi kabul et ve sev mottosuydu.” Bu yaklaşım, Lyn Skincare’in sadece kozmetik bir marka olmanın ötesinde, bir yaşam tarzı önerisi sunduğunu gösteriyor. Akay, insanların kendilerini doğal halleriyle sevmesini teşvik ettiklerini ve bazen kusurların insanları kusursuzlaştıran en önemli unsurlar olduğuna inanıyor. “Bazen kusurlar bizi kusursuz yapar. O yüzden kendini iyi hissettiğin yer ve kendi ışığın en güzel halin.” diyen Akay, güzelliğin bireysel bir yolculuk olduğunu vurguluyor.
Türkiye’deki kişisel bakım sektörü, son yıllarda hem büyümeye devam etti hem de bazı ekonomik zorluklarla karşılaştı. Akay, ülke genelindeki ekonomik durumun sektörde istikrarsızlık oluşturduğunu şu sözlerle açıklıyor: “Son yaşadığımız ekonomik durumlardan dolayı sektörde de maalesef istikrarlı bir tablo yok. Büyüme öngörülerimiz geçtiğimiz yıllardaki gibi olamıyor.” Akay, markalarının temel felsefesini ise şu şekilde anlatıyor: “Lyn Skincare olarak aslında yerli üretimlerin içinde bir fark oluşturarak başladık. Dünyada en çok kendi topraklarımızda bulunan defne yaprağının faydalarını öne çıkararak bir dünya markası olmak için yola çıktık.”
Günümüzün en önemli konularından biri de çevresel sürdürülebilirlik. Özellikle markaların doğaya karşı sorumluluklarını yerine getirmeleri, tüketiciler için önemli bir tercih sebebi haline geldi. Vildan Akay, sadece markalar değil, herkesin çevreye duyarlı davranması gerektiğinin altını şu sözlerle çiziyor: “Aslında bunu sadece markalar diye kısıtlamamak lazım. Herkesin üzerine düşen sorumluluklar var. Lyn olarak biz, olabildiğince dönüşümlü ambalajlar, temiz içerikli ürünlerle, kimyasal atıksız bir ürün gamı olmayı hedefliyoruz.”
Gelecekteki hedeflerinin sadece Türkiye değil, dünya çapında daha fazla kişiye ulaşmak olduğunun altını çizen Akay, aynı zamanda sektördeki gelişmeleri yakından takip ettiklerini ve yeni trendleri benimseyerek büyümeye devam ettiklerini belirtiyor.
Teknoloji ve iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte güzellik algısının da değiştiğini dile getiren Dosso Dossi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Eraslan, “İçinde yer aldığımız tekstil sektörü de kadınların güzellik değişimlerinde ön plana çıkıyor. Gelişen teknoloji, tasarımlardan kumaş çeşitliliklerine, dikim tekniklerinden aksesuarlara kadar her alanda kendisini gösteriyor. Dosso Dossi Fashion Show kapsamında ürünlerini pazarladığımız firmalar da bu değişime hızlı ayak uyduruyorlar ve güzellik algısında kadınların giyimiyle fark oluşturuyorlar” diye konuştu.
Daha güzel bir dünya oluşturmak için markaların hangi sorumlulukları üstlenmesi gerektiğini anlatan Eraslan, Dosso Dossi’nin bu bağlamdaki katkılarını şu şekilde değerlendirdi: “Kendilerini sürekli geliştirmeliler, çağın ihtiyaçlarına hızlıca cevap vermeleri gerekiyor. Teknolojiyi üretim ve tasarım süreçlerinde kullanırken sanatsal tasarımlara da ağırlık vermeleri çok önemli. Dosso Dossi Holding olarak bu süreçleri yakından takip ettiğimizi ve sürdürülebilir kıldığımızı düşünüyorum. Yenilikleri takip ediyoruz, inovasyona önem veriyoruz ve en önemlisi sanat ile iç içe bir iş modelimizle farkımızı ortaya koyuyoruz.”
Tekstil sektörünün son yıllardaki ivmesini değerlendiren Eraslan, pek olumlu bir tablo çizmiyor. Son dönemde tekstil sektörünün sıkıntılı bir süreç yaşadığını vurgulayan Eraslan, “Gerek ihracat gerekse üretim kısmındaki sıkıntılar, tekstil sektöründeki kan kaybını hızlandırdı. Biz ve bizimle iş birliği olan firmalar bu olumsuzluklardan bir nebze olsun kendilerini koruyabiliyor. Bunu da kaliteli ve katma değeri yüksek ürünler üretmemize borçluyuz. Ürünlerimizi Rusya, Ukrayna, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan ve orta doğu ülkeleri başta olmak üzere 40 ülkeye pazarlıyoruz. 25 yıldır sektörün içindeyiz ve kalitemizi ispatladığımız yaklaşık 5 bin kişilik bir alıcı kitlemiz var. Made In Türkiye etiketini gururla taşıyoruz. Gördüğümüz ilgi ve takdir bizleri cesaretlendirdi. Şimdi yeni pazarlara açılarak büyümemizi devam ettiriyoruz. Geçtiğimiz yıl radarımıza aldığımız Afrika pazarında var olabilmek için bir yıldır aralıksız çalışıyoruz. Aynı zamanda pandemi döneminden beri aralıksız olarak yatırım yaptığımız ve büyüttüğümüz toptan online pazarda da son derece aktifiz” diyerek olumsuzlara rağmen ayakta kalmanın mümkün olduğunu belirti.
Uzun yıllar televizyon gazeteciliği yaptıktan sonra pırlantanın ışıltılı dünyasına geçen Zen Pırlanta Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Şükran Güzeliş, Benim mesleğim aslında televizyon gazeteciliği. Çocuklarımız olana kadar da çalıştım, sonra istifa etmek zorunda kaldım. Daha çok iletişim departmanıyla ilgileniyorum. Güzel dünyayı “Güçsüz olanların güçlü olanlar tarafından desteklendiği, özellikle günümüz dünyasında sağlık, eğitim gibi konularda eşitliğin sağlanmaya çalışıldığı bir evren” olarak tanımlayan Zen Pırlanta Yönetim Kurulu Üyesi Şükran Güzeliş, “Her çocuğun, her gencin, her bireyin aslında eğitim, sağlık ve iş olanakları hususunda eşit şekilde ulaştığı bir dünyayı güzel olarak tanımlayabilirim. Ben güzelliğin çok kavramsallaştırıldığını düşünüyorum. Çok göreceli bir kavram. Güzelliği gerçeklikle ve samimiyetle tanımlıyorum” diyor.
İş dünyasının daha güzel bir yapıya sahip olması için iş kadınlarına önerilerde bulunan Güzeliş, konuşmasına şu sözlerle devam etti: “Kadınların ekonomik sistemde daima yer alması gerekiyor. Hiçbir zaman bu ekonomik sistemden çıkmamalı. Tabii ufak aralar olabilir. Kadının naturasından ötürü, doğum yapması gerçeğinden ötürü işe ara vermek zorunlu hale geliyor. Çekirdek aile içerisinde çocukların sorumluluklarıyla kadın ilgilendiği için, sistem öyle kurulmuş. Ama bu durumu daimileştirmemesi gerekiyor. Kadınlar vazgeçmemeli ve her birimizin idealleri olmalı. Bence bir insan 90 yaşına kadar çalışmalı. Kadının bu zincirden kopmayıp sürekli üretim yaptığı bir dünya diliyorum.”
Bir kadın için pırlantalı mücevherin bir takıdan fazlası olduğunu dile getiren Güzeliş, “Mücevherin bir kadın için çok daha fazla anlamı var. Pırlanta ve kadın arasında çok tutkulu bir ilişkiden söz edebiliriz. Bir kadına mücevher hediye ettiğinizde hangi vesileyle bu hediyenin verildiğini, ne zaman verildiğini, nasıl bir sunumla verildiğini, kısacası o anı ve tüm detaylarını unutmaz. Bir pırlanta markasının yönetiminde yer alan biri olarak, aslında gençlik yıllarımda mücevher tutkunu olmamama rağmen, zamanla ışıltısına ben de kapıldım. Yıllar içinde çok farklı tasarımlar görüp, kullanarak bu konudaki bilgimin ve beğenimin de geliştiğini düşünüyorum” diye konuştu.
GÜNDEM KORİDORU
29 Ocak 2025