1995 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümüne girdim. İlk sene ders programı hafif olduğu için okulla eş zamanlı olarak çalışmaya karar verdim. Bunun üzerine Kanal D’de staja başladım. Birkaç ay sonra kanal tarafından “kalır mısın?” diye teklif gelince ben de kalmaya karar verdim ve bir süre orada çalıştım. Ardından ATV’ye transfer oldum. Toplam 3-3,5 yıllık televizyon deneyiminden sonra iletişimin bu tarafının bana göre olmadığını fark ettim. O zaman Türkiye’de iletişim danışmanlığı şirketleri yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştı. Bende televizyon kısmını bırakarak, masanın diğer tarafına yani iletişim danışmanlığı kısmına geçtim. İki ajansta toplam 15 yıllık deneyimin ardından bu işi gerçekten çok sevdiğimi anladım. Ama gelin görün ki çok sevdiğim işi, çok sevdiğim markalarla, kendi ismimle, kendi ilkelerime uygun bir şekilde yapmak istiyordum. Bu düşünceden hareketle takvimler 2006 yılının Ekim ayını gösterdiğinde Essance İletişim Danışmanlığı’nı kurdum. Aradan 18 yıl geçti ve geçen bu süre zarfında burası benim çocuğum gibi oldu.
Her şeyden önce kendi karakter özelliklerimi işime de yansıtmaya çalışıyorum. Bir kere her şeyden önce, önceliğim her zaman insanda yani çalışma arkadaşlarımda. Bu anlayış size çok uzun süre aynı ekiple beraber çalışabilme imkânı sağlıyor. Bu yolda tek başıma 28 yıllık deneyimim var ve bu şirket de 2006 yılından beri faaliyet gösteriyor. Benim ilk günden bu yana yanımda olan yol arkadaşlarım var: Dilek Satır, Begüm Savaş, Güliz Şengüler ve Seda Aka Yalçın gibi. İletişim dünyasında uzun soluklu çalışma arkadaşları aslında azdır. Böyle akıllı yetenekli kadınlarla çevrili olmak benim için büyük şans. Bunu yaparken de trendlere çok iyi uyum sağlamak, hatta bazen öncüsü olmak, dünyada ne oluyor, Türkiye’de ne olabilir bunları öngörüyor olmak önemli. Biz de bu trendlere göre kendimizi ve iş yapma biçimlerimizi şekillendirirken bu özelliğimiz iş ortaklarımızın beklentilerini karşılayabilmemize olanak sağlıyor.
Evet, o dönemi biz büyüyerek tamamladık. Çünkü çok hızlı bir şekilde dijital dönüşüme entegre olduk. Bütün projelerimizi dijitalleştirdik ve o bize aslında bir fırsat sağladı. Kriz zamanı bile kendimizi başka bir alanda yetiştirerek, şu an bulunduğumuz dijital PR deneyimini edindik. Dolayısıyla bu bahsettiğimiz uzun yıllar olan çevresel, ekonomik, siyasi değişimlerde ortama uyum sağlayabilme ve farklı bakış açılarını getirebilmeyle ayakta kaldık diyebilirim. Tabii ki bu hiç kolay olmadı. Bir coğrafyada ekonomik daralma söz konusuysa bu, her sektöre sirayet ediyor. Burada kritik olan nokta; markalarımızı gerçekten yol arkadaşı gibi görüp, onlara uygun çözümler sunup ilerlemek. Ama en önemli şey de ne olursa olsun kendi karakterimden ve duruşumdan 28 yıldır hiç ödün vermedim.
Aslında kadınlar o kadar egemen değil. Türkiye’nin en büyük ajanslarının bazılarının ortakları ve üst düzey çalışanları erkek. O yüzden, 5-10 sene önce olduğu kadar kadın egemen bir sektör değiliz. Evet çalışanlar olarak erkek daha az. O da şundan kaynaklı; günümüzde o kadar çok farklı kanallarda ihtiyaç var ki… Farklı alanlarda çalışabilme, daha proaktif olabilme, bazen gerekiyorsa sakin kalabilme, krizleri yönetebilme, bunu yaparken biraz daha güler yüzlü olabilme gibi özellikleri var kadınların. Çünkü biz aynı zamanda evi de idare ediyoruz, işi de. Toplumsal sorumluluklarımızı da yüklendiğimiz için bunların hepsini aynı anda idare edebilme becerisinin kadınlarda biraz daha fazla olduğunu düşünüyorum.
Benim önceliğim çalışanların mutlu olması. Özellikle yeni nesil daha rahat, dolayısıyla uzaktan çalışmayı daha çok tercih ediyorlar. Çalışan mutlu olsun ki güzel iş çıkartabilsin. Çünkü trafik saatinde işe gidip yorulacaklarına, strese gireceklerine o vakti daha kaliteli bir şekilde geçirebilirler. Böylece işe de daha motive olarak başlayabilirler. Pandemide artık her işin her yerden yapılabildiğini öğrendik. Ama biz iletişim işi yaptığımız için önce kendi aramızdaki iletişimimiz kuvvetli olacak ki markalarımızla da iletişimimiz iyi olsun. Bir de özellikle bizim sektörde; yüz yüze iletişim kurmanın, akıl akıldan üstündür fikrinin, birlikte proje üretmenin ve o heyecanı birbirimize yansıtmanın çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Zorlu süreçlerimiz tabii ki oluyor. Dışarıdan bu iş çok eğlenceli gibi görünse de kimsenin farkında olmadığı krizler yönetiliyor burada. Yani her işte olduğu gibi bu işin de artıları ve zorlukları var. Bunları harmanlayabildiğiniz zaman uzun süre yolunuza devam ediyorsunuz. Bizim en önemli özelliklerimizden biri problem çözücü olmak. O yüzden iletişim danışmanları olarak bir taraftan kriz yönetip işimizi sürdürürken bir taraftan da yorulan kafaları kişisel gelişimle, sporla, meditasyonla rahatlatıyoruz. Bunu yapmalıyız ki daha verimli olabilelim ve kriz yönetebilelim.
Tabii yaş geçince her şeye farklı perspektiften bakabiliyorsunuz. Ben artık şöyle bakıyorum: Her şirketin farklı bir stratejisi ve yönetim şekli var. Kimi çok büyüyüp böyle çalışmak ister. Kimi danışmanlık yapmak ister, kendine vakit ayırmak ister. Kimi benim gibi hala müşteri temsilcisi gibi şirketin içinde olup, ‘toplantılara beni de çağırın’ demek ister. Bu işi çok sevdiğimden dolayı işin içinde olma durumum 35 markayla birlikte olabilecek bir şey değil. Hal öyle olursa o zaman ilgili markaların iki ayda bir gördükleri birinden ibaret olurum. Ama ben çalıştığımız markalarımızın haftalık toplantılarına girmeyi seviyorum, arkadaşlarımla fikir üretmeyi seviyorum, Bunlardan besleniyorum. Dolayısıyla da her şirketin stratejisine saygı duyuyorum ama bizim anlayışımız niş çalışmalar üzerinden ilerlemek üzerine kurulu.
Gidilecek çok yolumuz olduğunu düşünüyorum. Tabii ki birtakım çalışmalar yapılıyor. Üyesi olduğum İletişim Danışmanları Derneği ve Türkiye Halkla İlişkiler Derneği (TÜHİD) bu konuda çok etkin çalışıyor. Bu aslında bireysel olarak, sadece bizlerin çabalarıyla değil derneklerin de desteğiyle anlatılmaya çalışılıyor. Çünkü en vazgeçilmemesi gereken şey bu alan. Bir şirketin, kurumun ya da markanın, itibarını, duruşunu temsil eden bir sahadan söz ediyoruz. Dolayısıyla Türkiye’de iletişim danışmanlığı sektörünün, kişisel olarak hala değerinin yeterince anlaşıldığını düşünmüyorum.
Doğru ve güzel değişimlere ayak uydurmak gerekiyor. Şimdi sudan bir maden suyu olmasını bekleyemezsiniz. Ben bunu kendi çocuklarımda da gözlemlediğim için eleştiremiyorum. Çünkü nesil olarak farklı bakış açısıyla doğdular. Kendi çocuklarıma diyorum ki, “bir saat telefonunun olmadan oturamıyorsun. Bizim telefonumuz yoktu.” Yani vapur iskelesinde arkadaşlarla buluşmaya yarım saat önceden giderdik ki beklemesin diye. Dolayısıyla bunları hayatlarında görmemiş, yaşamamış, her şeyin hazırını elde edebilmiş (Herkes değil ama çoğunluğu için söylüyorum) bir nesle, sabah 8, akşam 6 çalış demeniz zaten olmaz. Çünkü yapıları bu değil. Program sürümleri bu değil. Orada da dengeyi kurup, buna göre iletişim dili belirlemek lazım. Nasıl anneler, babalar, dedeler, bizi anlamakta zorlanıyorsa şimdi de biz onları anlamakta zorlanıyoruz.
GÜNDEM KORİDORU
21 Kasım 2024