1800’lerden günümüze kadar karikatürlerde esnaf, genellikle görgüsüz, eğitimsiz, hilekâr, stokçu, pis, karaborsacı, kaypak, vurguncu, tağşiş yapan, haksız kazanç elde eden bir tip olarak çiziliyor. Esnafların böyle yansıtılması; özellikle kıtlık olan, karaborsanın yaygınlaştığı ve karne ile alışverişin zorunlu olduğu dönemlerde daha sık görülüyor.
1800’lerden günümüze kadar karikatürlerde esnaf, genellikle görgüsüz, eğitimsiz, hilekâr, stokçu, pis, karaborsacı, kaypak, vurguncu, tağşiş yapan, haksız kazanç elde eden bir tip olarak çiziliyor. Esnafların böyle yansıtılması; özellikle kıtlık olan, karaborsanın yaygınlaştığı ve karne ile alışverişin zorunlu olduğu dönemlerde daha sık görülüyor.
Esnaflar, sinema ve edebiyat eserlerinde hem iyi hem de kötü tipler olarak görülebilirken karikatürlerde iyi esnafa rastlamak neredeyse imkânsız. Nötr bazı esnaf tipleri ise sadece karikatürün asıl konusunun yanında “konu mankeni” diyebileceğimiz bir nedenle karikatürde yer alan tipler. Örneğin, şehrin kargaşası veya trafik konulu bir karikatürde kalabalık arasında görülen tipler…
Bu konuda belki, esnaflıkları tartışmalı olsa da 1970’ler boyunca çizilen karikatürlerdeki işportacılar istisna olarak kabul edilebilir. Bu karikatürlerde işportacılar, “namuslu” bir biçimde ekmeğinin peşindeyken onları engellemeye çalışan “vicdansız” zabıtadan kaçan olumlu tipler olarak gösterilir. Aynı dönemde yayınlanan diğer karikatürlerdeki bakkal, kasap, lokantacı, manav esnafı ise, yasal bir iş yapmaları ve vergilerini ödüyor olmalarına rağmen olumsuz yansıtılır.
1970’lerdeki bu karikatürler, dergilerdeki sanatçıların ideolojik bakış açısının bir yansıması olarak görülebilir. Mütareke döneminde Karamanlı bakkalların ve gayrimüslim lokantacıların 1930’lar ve 1940’larda Yahudi tüccarların olumsuz yansıtılmaları da baskın ideoloji ile açıklanabilir. Ancak yüzyıldan uzun bir süredir çizilen karikatürlerin hemen tamamında esnaf tipinin neden olumsuz olduğunu göstermeye yetmez. Belki de cevabı tüccar ve esnafın kültürel kodlarımızdaki durumunda aramak gerekir. Kayseri gibi Bronz Çağı’ndan beri ticaret merkezi olan birkaç yer dışında, Türkiye’de tüccar ve ticaretin muteber olduğunu söylemek pek mümkün değil. Bir taraftan TRT’de yayınlanan 80’ler adlı dizideki annenin sık sık vurguladığı gibi “SSK’lı” işlerin güvenli görülmesi, diğer taraftan ticareti tavsiye eden hadislere rağmen kâr etmeyi pek de etik bulmayan bir anlayışın yaygınlığı bu sorunun kaynaklarından ikisi olabilir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, 1950’li yıllarda, 1980’lerde bu anlayışın gücünü yitirdiği oldu. Bu yıllarda ticaret ve tüccarlık cazibe kazandı. Ancak bu cazibeye hiçbir zaman saygınlık eşlik etmedi. Tüccarlar, 1910’lar ve 1940’larda savaş zengini, 1920’lerde türedi zengin, 1950’lerde hacıağa, 1980’lerde köşe dönücü gibi olumsuz anlam yüklenen sıfatlarla birlikte anıldılar.
Belki ilk kez 21. yüzyılda gerçekten itibarlı ve saygın bir terimi yaygın olarak kullanmaya başladık: Girişimci… Z Kuşağı, tüccarın ve ticaretin itibarının artışına tanık olacak hatta bunu bizzat gerçekleştirecek nesil olabilir mi? Küresel kültüre hiçbir dönemde olmadığı kadar yakın ve hatta iç içe olduğumuz günümüzde bu soruya hiçbir zaman olmadığı kadar güvenle “Evet” diyorum.
Gençlerle hangi mesleği düşündüğünü sorduğumda gittikçe daha çok “Girişimci olmak istiyorum” cevabını alıyorum. Konuşurken, sık sık “Start-Up”, “İş insanı”, “Bir fikrim var”, “Arkadaşlarla bir uygulama geliştiriyoruz” cümlelerini duyuyorum. Girişimci olma hevesindeki gençlerin kendilerine dünyadan aldığı örnekler Steve Jobs, Elon Musk, Jeff Bezos; bizden de Nevzat Aydın ve Selçuk Bayraktar gibi isimler…
Yani mucit müteşebbisler… Ya da onların anlayacağı dilde geleceğin dünyasını zihin terleriyle kuran “İcat çıkaran girişimciler”…
Nasıl icat çıkaracaklarını da Steve Jobs’un sözü güzel özetliyor: “Müşteriler fark etmeden önce onlara ihtiyaç duydukları şeyleri sunun…”
GÜNDEM KORİDORU
03 Aralık 2024