Küresel ekonomideki daralma, artan jeopolitik riskler ve Türkiye içinde yükselen maliyetler… İhracatçılarımız için sahadaki koşullar her geçen gün zorlaşsa da, Türkiye ihracatı sessiz sedasız yükselişini sürdürüyor. Türk iş insanları iç pazardaki sıkıntılara ve dünya pazarlarındaki daralmaya rağmen ürünlerini satmaya devam ediyor.
Son 20 yıldır istikrarlı bir büyüme trendinde olan Türk ihracatı, küresel pazar payını da yüzde 1 seviyesinin üzerine taşımış durumda. Peki, dünya pazarlarının daraldığı, rekabetin kızıştığı bir ortamda Türk girişimciler bu başarıyı nasıl yakalıyor? Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın adeta “Destan yazıyorlar” dediği gibi büyük bir direnç gösteren ihracatçı cephesi, aslında zorlu şartlarda bile Türkiye ekonomisinin en dinamik gücü olduğunu kanıtlıyor.
Türkiye’nin ihracatı bu yılın Ocak-Eylül döneminde yıllık bazda yüzde 4,1 artış göstererek 200 milyar 625 milyon 253 bin dolar oldu. Eylül ayında da ihracat, yüzde 3 artışla 22,6 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti.
İhracat, yılın ilk dokuz ayında 46 ilde artış gösterdi. Ocak-Eylül döneminde toplam 27 il, 1 milyar doların üzerinde dış satım yaparak ihracatın lokomotifi oldu. Eylül ayında ise İstanbul liderliğini korurken, Bursa’nın yüzde 20’lik çarpıcı artışı öne çıktı.
“Türkiye’de İş Dünyası” olarak, bu sayımızda tüm bu olumsuzluklara rağmen ülkeye döviz kazandırmaya devam eden, istihdam yaratan ve pazar payını korumak için direnen girişimcilerin hikayesine odaklandık. Rakamların ötesinde, bu başarının arkasındaki stratejileri, liderleri ve kritik sektörleri inceledik.

İhracattaki genel artışın en büyük itici gücünü, sanayi ürünleri ve otomotiv sektörleri oluşturuyor. Sanayi ürünleri, adeta bir sıçrama yaşıyor ve üretim endeksindeki artışın da temel nedenlerinden biri haline geliyor. Otomotiv sektöründe ise sadece montaj değil, Türkiye otomotiv endüstrisi, Ocak-Eylül döneminde 30,2 milyar dolarlık dış satım gerçekleştirirken, 2023’ten bu yana dokuz aylık bazda üst üste üçüncü kez rekor kırdı. Otomotiv sektörü, yılın 9 ayında 30,2 milyar dolarla tüm zamanların en yüksek Ocak-Eylül dönemi ihracatını gerçekleştirdi. Söz konusu dönemde otomotiv sektörünün ihracatı önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 12,3 artarken, sektörün toplam ihracattaki payı da yüzde 15,1 olarak hesaplandı. Türkiye’de en çok ihracat yapan sektörler sıralamasında otomotiv birinci, Kimyevi maddeler ikinci ve hazır giyim üçüncü sırada yer aldı.
Bazı geleneksel sektörlerde yeni pazar açmaktan çok, mevcut pazarları ve müşterileri korumak büyük bir başarı sayılıyor. Örneğin, tekstil sektöründe faaliyet gösteren liderler, “müşteri kaybetmemek için direniyoruz” sözleriyle, küresel şartların zorluğunu özetliyor. Bu direnişin ardında ise Türk girişimcilerin esnekliği, teslimat hızı ve yüksek kalite standartları yatıyor. Konvansiyonel ihracat yaptığımız alanlarda dahi büyük düşüşlerin yaşanmaması, bu dönemin en kıymetli başarılarından biri olarak görülüyor.

Başarıda payı olan sektörlerin kilit isimleriyle görüştük. Onlar, yüksek maliyetlere, döviz sıkıntılarına ve daralan küresel talebe rağmen nasıl ayakta kaldıklarını ve Türkiye ekonomisine nefes aldırdıklarını Türkiye’de İş Dünyası dergisine anlattılar.
![]()
Türkiye’nin ihracatçıları, küresel zorluklara rağmen ülkeye nefes aldırmaya devam ederken, İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, dış ticaret dengesindeki büyüyen açığa dikkat çekerek acil stratejik adımlar atılması gerektiğini vurguladı. Avdagiç, “Dış ticaretteki gelişmeleri dikkatle takip ediyoruz. Geçici verilere göre, ihracat Eylül ayında yüzde 3 arttı. Ancak yüzde 8,8 oranında artan ithalatın da dış ticaret açığına yaptığı etkiyi hissediyoruz. Yılın ilk dokuz ayında; ihracat yüzde 4,1 artışla 200,6 milyar dolar, ithalat yüzde 5,9 artışla 267,7 milyar dolar, dış ticaret açığı da yüzde 11,8 artışla ile 67 milyar dolara ulaştı. Son 12 aylık dış ticaret açığı ise yüzde 13,5 artışla 89,3 milyar dolara ulaştı. Hizmet ihracatı ile bu açığın yaklaşık 59 milyar dolarını karşılasak da mal ve hizmet ihracatı toplamında yıllık bazda 30 milyar dolarlık açığımız devam ediyor. Buna bağlı olarak ihracatçılarımızı ve ihracatçı sektörlerle bağlantılı firmalarımıza yönelik desteklerin artırılarak devam etmesinin önemini vurgulamak, ihracatçımızın “değerli TL” ile ilgili sıkıntısının devam ettiğini, dış ticaret artış hızının alınacak tedbirlerle mutlaka azaltılması yönünde çalışma yapılması gerektiğini belirtmek isterim” ifadelerini kullandı.
Başkan Avdagiç, dış ticaretteki son verileri değerlendirirken, ihracatçıların artan çabasına rağmen ithalatın hızına yetişilemediğini belirtti. Geçici verilere göre, Eylül ayında ihracat yüzde 3 artarken, ithalatın yüzde 8,8 artması, dış ticaret açığını büyüttü.
Avdagiç’in paylaştığı verilere göre, yılın ilk dokuz ayında ihracat 200,6 milyar dolar ile yüzde 4,1 artsa da, ithalatın 267,7 milyar dolar ile yüzde 5,9 artması sonucu, dış ticaret açığı 67 milyar dolara ulaştı.
“Hizmet ihracatı ile bu açığın yaklaşık 59 milyar dolarını karşılasak da, mal ve hizmet ihracatı toplamında yıllık bazda 30 milyar dolarlık açığımız devam ediyor” diye konuşan Avdagiç, özellikle son 150 yıldır Türkiye’nin dış ticaret açığını kapatamamasına dikkat çekerek, “Başımıza ne geldiyse bundan dolayı geldi” uyarısında bulundu.
İTO Başkanı, ihracatın devamlılığını sağlamak ve zorlu denizlerde yelken açan ihracatçıları desteklemek adına iki kritik konuya dikkat çekti:
Değerli TL Sıkıntısı: Avdagiç, ihracatçıların “değerli TL” ile ilgili sıkıntısının devam ettiğini ve bunun dış ticaret artış hızını düşürdüğünü belirtti. Avdagiç, ihracatçıya yönelik desteklerin artırılarak sürdürülmesinin önemini vurguladı.
İthalat Odaklı Strateji: Avdagiç, Türkiye’nin sadece ihracat için değil, ithalat için de hedef koyması gerektiğini savundu. “İthal ettiğimiz ürünlerin bir kısmını nasıl yurt içinde üretiriz de ithalatımızı aşağıya doğru çekeriz, bu yaklaşımı önceleyen bir süreci gündeme getirmemiz gerekiyor.”
Avdagiç, bu durumun en somut örneğini plastik sektöründen verdi. Yıllardır yatırım yapılamaması nedeniyle Türkiye’nin toplam plastik hammadde ihtiyacının yurt içinden tedariki yüzde 15’in altına düşmüş durumda.
Avdagiç, yurt dışından hammadde tedarik ederek ihracat yapan firmaların sayısının arttığına dair endişe verici bir örnek de paylaştı. Almanya’daki Anuga Gıda Fuarı’nda görüştüğü bir bakliyat ihracatçısının, ihracatının yüzde 80’ini yurt dışından tedarik ettiği ürünleri Türkiye’de işleyip paketleyerek gerçekleştirdiğini aktardı.
Avdagiç, bu durumun katma değer oluştursa da, Türkiye’nin döviz bazında pahalı hale geldiğini gösterdiğini ve “dengeyi kaybetmememiz” gerektiğini belirterek, dış ticaret açığının kalıcı olarak küçültülmesi için acil ve bütünsel bir stratejiye geçilmesi gerektiğini yineledi.

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Mustafa Gültepe, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Türkiye’yi ilk 10 ihracatçı ülke arasına taşıma vizyonuyla yola çıktıklarını ancak son üç yılın ihracat açısından zorlu geçtiğini belirtti. Gültepe, özellikle son dönemde uygulanan “düşük kur yüksek faiz” politikası nedeniyle Türk ihracatçısının rekabet gücünün ciddi şekilde zayıfladığını vurguladı.
Başkan Gültepe, enflasyonla mücadele programının yan etkilerine dikkat çekerek, ortalama işçilik maliyetlerinin 650 dolardan 1400 dolara yükseldiğini ifade etti. Bu maliyet artışı ile Asya’daki rakiplerden yüzde 60-65, Avrupa’dan ise yüzde 15-20 daha pahalı hâle geldiklerini kaydetti.
Gültepe, bu durumun hazır giyim, tekstil, demir çelik, mobilya ve makine gibi birçok sektörde rekabetçiliği zayıflattığını ve firmaların uluslararası piyasada fiyat tutturamaz duruma geldiğini belirtti.
Başkan Gültepe, tüm zorluklara rağmen 2025 yılı Ocak-Eylül döneminde ihracatın geçen yıla göre yüzde 4,1 artışla 200,6 milyar dolara ulaştığını bildirdi. Ancak bu artışın, otomotiv, savunma sanayi, kimyevi maddeler ve mücevher olmak üzere dört sektörün ve parite etkisinin katkısıyla sağlandığına dikkat çekti.
Gültepe, parite ve bu dört sektörün katkısı (toplamda 8,3 milyar dolar) olmasa 2025’in dokuz aylık döneminde geçen yıla göre ekside olunacağını ifade etti. Ayrıca, net ihracatın son üç çeyrekte ülke büyümesine negatif etki yaptığını hatırlatarak, sağlıklı büyümenin tüketimden değil, üretim ve ihracattan gelmesi gerektiğini söyledi.
İç pazarın daraldığı bu dönemde çarkların dönmesi için ihracatı önceleyen, rekabetçilikte elini güçlendirecek politikaların hızla devreye alınması gerektiğini belirten Gültepe, şu iki konunun önemini vurguladı:
ABD pazarı ve AB Gümrük Birliği: Dünyanın en büyük ithalatçısı ABD’ye ihracatta hızlı ivme yakalanması ve Gümrük Birliği’nin güncellenerek AB ile ticaretteki avantajların artırılması gerekiyor.
Finansmana Erişim: Enflasyonun yüzde 33’e indiği bir ortamda yüzde 45-50 faizle yatırım yapmanın rasyonel olmadığını söyleyen Gültepe, finansman maliyetlerinin acilen düşürülmesi gerektiğini söyledi. İhracatçıya destek olmak amacıyla kurulan Türk Ticaret Bankası’nın yıl sonunda 75 milyar liralık finansman desteği sağlamayı hedeflediğini ekledi.
Gültepe, iddialı hedeflere ulaşmak için dönüşüm, Ar-Ge ve inovasyonun üretim süreçlerine entegre edilmesi gerektiğini belirtti. “Dijital ve Yeşil Dönüşüm” (İkiz Dönüşüm) ile birlikte, artık “Sosyal Dönüşüm”ü de kapsayan “Üçüz Dönüşüm”den bahsettiklerini söyledi.
Özellikle Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyumun hayati olduğunu belirten Gültepe, TİM olarak Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması’nı (SKDM) bir tehdit değil, sürdürülebilir üretim kapasitesini artırmak için bir fırsat olarak gördüklerini ifade etti. Bu kapsamda firmalara karbon ayak izi hesaplama, mentorluk ve sürdürülebilirlik altyapısı kurma desteği sağlandığını aktardı. Sosyal dönüşüm tarafında ise kadın girişimcileri desteklemek için TİM WINGS projesinin yürütüldüğünü sözlerine ekledi.

İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkan Yardımcısı Mustafa Paşahan, hazır giyim ve tekstil sektörünün rekor ihracat ve cari fazla getiren güçlü yapısına rağmen son iki yılda ağır yara aldığını açıkladı. Paşahan, sektörün güçlü ancak yüksek maliyetler nedeniyle kan kaybettiğini belirterek, 319 bin kişilik istihdam kaybı ve 3,3 milyar dolarlık ihracat düşüşü yaşandığına dikkat çekti.
İHKİB Başkan Yardımcısı Mustafa Paşahan, hazır giyim sektörünün Türkiye ekonomisindeki hayati rolünü vurgularken, acı tabloyu gözler önüne serdi. Sektörün 2022 yılında 21.2 milyar dolar ile tarihinin en yüksek ihracat rakamına ulaştığını ve bu dönemde 19.6 milyar dolar cari fazlası verdiğini hatırlattı. Ayrıca, sektörün 1 milyon 250 bin kişiyi istihdam ettiğini belirten Paşahan, bu başarı hikayesinin son iki yılda tersine döndüğünü kaydederek; “2022 ile 2024’e baktığımızda son iki yılda 3.3 milyar dolar eksi yazdık. Aynı zamanda istihdamımızda da 319 bin istihdam kaybı yaşadık” dedi.
Bu kan kaybının temel sebebini yüksek maliyetlere bağlayan ve çarpıcı bir rekabet eşitsizliğine dikkat çeken Paşahan, “Bugün asgari ücret maliyetlerimiz 1.300 ile 1.500 dolar arasında. Rakiplerimize baktığımızda 250 bilemedin 300 dolar civarında. Rakiplerimize göre yüzde 50’nin üzerinde daha yüksekte kalıyoruz” diye konuştu
Sektörün gücüne inancının tam olduğunu dile getiren Paşahan, bu olumsuz tablonun kısa sürede tersine döneceği inancını taşıyor. Çözümün anahtarı olarak faizlerin düşmesi ve kurların yükselmesi gerektiğini belirtti.
Paşahan, 2026 yılı ile birlikte tekrar eski rekor seviyelere ulaşmayı hedeflediklerini belirterek, bakanlıkların konuya olan duyarlılığını gördüklerini ve çözüm önerilerini ilettiklerini ifade etti.
Hazır giyim sektörünün Türkiye için yarattığı katma değere dikkat çeken Paşahan, sektörün kilogram başına ihracat değerini şu ifadelerle paylaştı:
“Bugün Türk hazır giyim kilogram değeri 16.4 dolardır. Türkiye genel kilogram değerinin tam 10 katı daha üstünde. Dolayısıyla biz zaten katma değer yaratıyoruz. Yeterli midir? Hayır yetersiz. Keşke biz bunu 40 dolarlara çıkarabilirsek ki bunun için de mücadele ediyoruz.”

İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği (İTHİB) Başkanı Ahmet Öksüz, Türkiye ekonomisi için hayati önem taşıyan tekstil ve hazır giyim sektörünün net döviz girdisi ve istihdamdaki liderliğine dikkat çekerken, yüksek maliyetler ve düşük kur politikası nedeniyle sektörün rekabet gücünü kaybettiği uyarısında bulundu. Öksüz, acil çözüm bekleyen “konkordato” ve “maliyet” sorunlarının altını çizdi.
Başkan Ahmet Öksüz, tekstil ve hazır giyim sektörlerinin, ülkenin en büyük sanayi sektörlerinin başında geldiğini ve Türkiye ekonomisine pozitif pay biçtiğini belirtti. Sektörün ülkeye sağladığı net döviz girdisine odaklanan Öksüz, kritik bir rakam paylaştı:
“16.8 milyar dolar dış ticaret fazlası veriyoruz. Birçok sektör dış ticaret açığı verirken, tekstil ve hazır giyim sektörleri bu konuda lider.”
Dünyanın beşinci büyük tedarikçisi konumunda olduklarını ve küresel pazarlardan yüzde 3.5 pay aldıklarını belirten Öksüz, 900 bin civarındaki istihdam rakamıyla da sektörün önemini ortaya koydu.
Öksüz, ihracat yapan diğer sektörler gibi tekstil ve hazır giyimde de temel sorunun maliyetler olduğunu vurguladı. Yüksek enflasyon ve düşük kur politikasının birleşimiyle sektörün rekabet gücünün azaldığını ifade eden Öksüz, bu durumun sektör için yeni rotalar ve yol haritaları çizilmesini zorunlu kıldığını söyledi.
Sektörün dinamik ve geçmişte birçok sorunun altından kalkmış güçlü bir yapıya sahip olduğunu belirten Öksüz, acil destek taleplerini de dile getirdi:
Ekim sonunda bitecek olan bu desteğin uzatılması ve tekstil ile hazır giyim sektöründe artırılması gerekiyor.
Türkiye’nin daha verimli çalışması ve markalaşmaya yönelik projeler üretilmesi önem taşıyor.
İstihdam rakamlarının 1.2 milyonlardan 900 binlere gerilediğini kabul eden Öksüz, sektörün artık daha fazla istihdam kaybı yaşayacağını düşünmediğini belirtti.
Sanayi ve otomotiv gibi sektörlerdeki ihracat artışlarının gurur verici olduğunu ifade eden Öksüz, genel ihracat artışının arkasında markalaşma ve ortalama birim fiyatları artırma çabasının yattığını söyledi.
Öksüz, son olarak sektörünün Türkiye’nin ihracatına en büyük katkıyı sağlayan konumda olduğunu vurguladı: “Net döviz girdisine baktığınızda, yani olaya böyle bakın, dış ticaret fazlası olarak biz lideriz. Yani ihracata en büyük katkıyı biz sağlıyoruz.”
Öksüz, mevcut ekonomik zorlukların geçici olduğunu ve sektörün bu sıkıntıların altından kalkıp tekrar güçlü bir hale geleceğine inancının tam olduğunu sözlerine ekledi.

İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği (İTHİB) Üyesi Sultan Tepe, küresel ekonomideki daralmanın etkilerine rağmen Türk tekstil sektörünün dirençli yapısını koruduğunu belirtti. Tepe, sektörün entegre üretim gücüne vurgu yaparak, mevcut zorlukların, sektörde radikal bir dönüşüm gerektirdiğine dikkat çekti.
Sultan Tepe şunları kaydetti: “Türk tekstil sektörü olarak oldukça zorlu bir dönemden geçmemize rağmen, yılın ilk dokuz ayında (Ocak-Eylül 2025) yaklaşık 200 farklı ülkeye 8,5 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirmeyi başardık. Bu rakam, firmalarımızın büyük bir fedakârlık ve özveriyle çalıştığının en somut göstergesidir. Ocak-Eylül döneminde ihracatımızda yüzde 0,5’lik kısmi bir artış görmüş olsak da, Eylül ayı verilerinde yüzde 1,7’lik bir gerileme ile 970 milyon dolar değerinde ihracat kaydettik.”
Sektörün karşı karşıya olduğu çifte baskıya değinen Tepe: “Türk tekstil sektörü, tarihsel olarak hızlı adaptasyonu ve zorluklara karşı güçlü direnci ile öne çıkmıştır. Bu başarımızın temelinde, elyaftan hazır giyime uzanan entegre üretim yapımız yatıyor. Ancak, son iki yıldır ilk kez bu kadar dar bir boğazdan geçiyoruz. Geçmişteki krizlerde iç piyasa veya ihracattaki canlılık ile bir denge kurabilirken, şu anda iki taraftan da zorlandığımız bir dönemdeyiz. Bu durum bize net bir mesaj veriyor: Sektörümüzün bir dönüşüm sürecine girmesi ve eski alışkanlıklarla yeni başarılar yakalayamayacağımız gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor.”
Sultan Tepe, sektörün gelecekteki yol haritasını ise şu şekilde özetledi: “Öncelikli olarak daha katma değerli üretime ve markalı ihracata odaklanmalıyız. Yeni yol haritamızı, uluslararası pazarda rekabet gücümüzü artıracak bu unsurlar doğrultusunda belirlemek zorundayız. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, Türk tekstil sektörü olarak ülkemize değer kazandırmaya ve ekonomimizin en dinamik güçlerinden biri olmaya devam edeceğiz.”

Tüm Oto Kiralama ve Mobilite Kuruluşları Derneği (TOKKDER) Yönetim Kurulu Üyesi – Sayman Alp Gülan, Türkiye otomotiv sektörünün üretim gücü ve kalite farkıyla ihracatta rekor seviyelere ulaştığını belirterek, önümüzdeki dönemin anahtarının ihracat yatırımları olduğunu söyledi. Gülan, otomotiv sektörünün Türkiye ekonomisindeki lokomotif rolünü bir kez daha gözler önüne serdi. Otomotiv ihracatındaki bu başarının en temel dayanağını, Türkiye’nin köklü üretim altyapısı ve kuvvetli yan sanayi oluşturuyor. Gülan, bu başarının perde arkasında yatan kritik faktörü net bir şekilde ifade etti: “Türkiye’de üretilen Renault, Tofaş, Toyota gibi markalardaki üretim kalitesinin, diğer ülkelerdeki üretim kalitesinin üstünde olması çok büyük etki yaratıyor.”
Gülan, özellikle gündemde olan yeni Çin yatırımlarının gelmesi halinde, otomotiv sektörünün ihracatta açık ara birinciliğini sürdüreceğini öngörüyor.
Gülan, Türkiye’nin genel büyüme stratejisine dair çarpıcı bir tespitte bulundu: “Türkiye’nin büyümesiyle ilgili önümüzdeki tek çıkış noktası ihracat gözüküyor.”
Bu ihracat hamlesini destekleyecek en büyük iç dinamik ise genç ve büyüyen nüfustur. Avrupa’daki pek çok pazarla kıyaslandığında Türkiye’nin büyük bir iç pazara sahip olduğunu belirten Gülan, otomotivde her 1000 kişiye 200 otomobilin düşmesinin iç pazar gücünü gösterdiğini ifade etti. Başkan Gülan, bu potansiyeli tam olarak kullanmak için yatırım ikliminin daha da kuvvetlendirilmesi gerektiğinin altını çizdi. Türkiye’ye yatırım yapan firmaların hem büyük bir iç pazara erişim şansı hem de coğrafi konumu sayesinde çevre ülkelere kısa mesafelerde ulaşabilme avantajı bulunuyor. Özellikle jeopolitik risklerin azaldığı bir senaryoda, çevredeki savaşlardan çıkan ülkelerin ihtiyaçlarını karşılama potansiyelinin yüksek olduğu belirtildi. Son dönemde yaşanan kur ve enflasyon dengesizliklerinin yatırım aksiyonlarını zorladığını kabul eden Gülan, bu durumun geçici olacağına olan umudunu dile getirerek, ihracat odaklı ilerlemenin devam etmesi gerektiği mesajını verdi.

Küresel pazarların jeopolitik riskler, teknolojik kısıtlamalar ve yoğun rekabetle sınandığı bu çetin dönemde, Türk savunma sanayi şirketleri uluslararası alanda istikrarlı bir büyüme performansı sergilemeye devam ediyor. Sektörün bu zorlu koşullara karşı gösterdiği en önemli stratejik direnç ve rekabet avantajı faktörü, Altınay Savunma Teknolojileri Genel Müdürü Z. Burak Mercan’ın vizyonuyla da teyit edildiği üzere, yerli ve milli imkanlarla üretilen ileri teknoloji çözümlerinin, küresel pazarda kabul gören rekabetçi fiyatlarla sunulmasındaki eşsiz sinerjidir.
Türk savunma sanayisinin son 20 yılda kat ettiği yol, stratejik kararlılık ve teknolojiye yapılan kesintisiz yatırımların neticesidir. Mercan’ın altını çizdiği gibi, bu dönüşüm, sektörü dışa bağımlılık sarmalından çıkararak uluslararası arenada ağırlığı olan bir konuma taşımıştır. Küresel tedarik zincirlerindeki belirsizlikler ve potansiyel ambargolar düşünüldüğünde, kendi kendine yetebilme kapasitesi, Türk firmaları için en güçlü kale haline gelmiştir. Bu durum, müşterilere hem teknolojik yeterlilik hem de operasyonel güvenlik garantisi sunmaktadır.
İhracat başarısının iki temel direği, teknolojik üstünlük ve maliyet avantajıdır. Mercan, Altınay’ın ihracat stratejisinin bu iki unsur üzerine kurulu olduğunu vurguluyor: “Teknolojik üstünlüğümüzü ve rekabetçi fiyat avantajımızı öne çıkarıyoruz.”
Yerli Ar-Ge ve üretim maliyetlerinin Batılı rakiplere kıyasla daha makul seviyelerde olması, Türk firmalarının yüksek performanslı ürünleri daha cazip fiyatlarla sunmasını sağlıyor. Bu fiyat/performans oranı, özellikle alternatif tedarikçi arayışındaki ülkeler için vazgeçilmez bir cazibe merkezi oluşturuyor.

Türkiye’nin ihracatını geçici bir uğraş değil, üretimin ana parçası olarak gördüğünü vurgulayan Mobilya Dernekleri Federasyonu (MOSFED) Başkanı Ahmet Güleç, küresel pazar payında yüzde 1’in üzerine çıkılmasının sevindirici olsa da asıl hedefin bunun en az iki katı olduğunu belirtti. Türk ihracatçısının en kritik rekabet avantajının, esneklik, teslimat hızı ve kalitenin ötesinde, müşterilerle kurulan güçlü güven ilişkisi olduğunu söyleyen Güleç, bu güvenin, zorlu dönemlerde tarafların birbirini daha fazla tolere etmesini sağladığını, ancak artan maliyetlerin fiyatlara yansıtılamaması nedeniyle kaybedilen kârlılığın bu toleransın sınırlarını zorladığını dile getirdi.
Yüksek maliyetler ve kur dalgalanmalarının kârlılığı tehdit ettiğini kabul eden Güleç, operasyonel verimlilik için dijitalleşme ve tedarik zinciri optimizasyonu gibi inovatif çözümlerin genele yayılamadığını belirtti. Bunun temel nedeni olarak nakit sıkıntısı ve KOBİ ölçeğindeki firmaların zayıf sermaye birikimini gösteren Güleç, yeni yatırımların yüksek faiz ve kredi kısıtlamaları yüzünden zorlaştığını; verimlilik artışının çoğunlukla iş gücü azaltma yoluyla sağlanmaya çalışıldığını, bunun da sanayi sektörlerinde istihdamın azalmasına yol açtığını ifade etti. Güleç, faizlerin düşmesiyle dijitalleşme yatırımlarında iyileşme beklediğini söyledi.
Yetenekli iş gücünü çekmenin zorlaştığını belirten Güleç, özellikle yeni neslin ücretten çok çalışma ortamı, itibar ve güvenilirliğe önem verdiğini vurguladı. Üniversite mezunlarının hizmet sektörlerine yönelmesi nedeniyle tarım ve sanayi sektörlerinin nitelikli iş gücü çekme konusunda risk altında olduğunu dile getiren Güleç, mobilya sektörünün mevcut pazarları korurken gelecekte özellikle ABD ve Afrika’da büyümeyi hedeflediğini belirtti. ABD’nin dünyanın en büyük ithalatçısı olmasına rağmen Türk mobilyasının bu pazardaki potansiyelinin çok gerisinde olduğunu belirten Güleç, normalleşen siyasi ilişkilerin bu süreci destekleyeceğini söyledi.

Züccaciyeciler Derneği (ZÜCDER) Başkanı Burak Önder, küresel pazarlardaki daralma ve artan rekabete rağmen Türk ihracatının direncini, uygulanan stratejileri ve geleceğe yönelik yol haritasını değerlendirdi. Önder’e göre, Türk iş dünyasının en büyük gücü, krizlere karşı edindiği hızlı adapte olma ve çeviklik yeteneğidir. Önder, Türk ihracatçısının esneklik, teslimat hızı ve kalite standartlarının yanı sıra, küresel tedarik zincirlerindeki bir değişimden de faydalandığını belirtti. Uluslararası alanda benimsenen “China Plus One (Çin +1)” stratejisi sayesinde, birçok Batılı şirketin risklerini azaltmak amacıyla üretimlerinin bir kısmını Türkiye gibi güvenilir alternatiflere kaydırdığını vurgulayan Önder, “Bu durum, Türkiye’nin bölgesel üretim üssü konumunu korumasını sağlayan kritik bir faktör olarak öne çıkıyor.” dedi.
Tekstil gibi geleneksel sektörlerde dahi “müşteri kaybetmemenin başarı sayıldığı” mevcut zorlu dönemde, Önder, firmaların önceliğinin mevcut müşteri portföyünü korumak olduğunu ifade etti. Kaybedilen bir müşteriyi geri kazanmanın maliyetinin yüksekliğine dikkat çeken Önder, firmaların bu amaçla kârlılıklarından önemli ölçüde stratejik fedakârlıklar yaptığını belirtti. Bu yaklaşım, uzun vadeli iş ilişkilerine olan inancın ve sadık müşteri tabanını sürdürülebilir pazarlara tutunma amacı taşıdığının altını çizen Önder, “Hizmet kalitesi ve güvenilirlik, bu bağlamda en belirleyici faktörler olmaya devam ediyor” diye konuştu.
Yükselen maliyetler ve döviz dalgalanmalarının ihracat kârlılığını tehdit ettiğini kabul eden Önder, bu baskıyı hafifletmek için firmaların Endüstri 4.0, dijitalleşme ve stok optimizasyonu gibi çözümlere yöneldiğini ancak bunların ciddi yatırım gerektirdiğini söyledi. Önder, firmaların, kademeli otomasyona geçiş, tedarik zinciri optimizasyonu ve enerji verimliliğini artırma yoluyla uzun vadede rekabetçi bir altyapı oluşturmayı hedeflediğini ifade etti. Gelecek büyüme potansiyeli için stratejinin “friendly sourcing” ve “near sourcing” (dost ve yakın ülkelerden tedarik) eğilimi üzerine kurulduğunu belirten Önder, Türkiye’nin dış politikasının da bu yönde şekillendiğini gözlemlediğini söyledi. Bu nedenle, yakın coğrafyadaki ülkelerin ihracatta daha kritik bir rol üstleneceğini belirten Önder, ayrıca, pazar çeşitliliğini artırmak adına Latin Amerika ve Sahra Altı Afrika gibi alternatif pazarlara odaklanılmasının öncelikleri arasında yer aldığını ekledi.

Güneydoğu Anadolu Hububat Bakliyat Yağlı Tohumlar ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Celal Kadooğlu, Türk ihracatçısının küresel pazarlardaki en büyük direncinin, şartlar ne kadar zorlaşırsa zorlaşsın üretime devam etme kararlılığı olduğunu vurguladı. Türk iş insanlarının esnekliği, teslimat hızı ve yüksek kalite standartlarının ötesinde, rakiplerden ayıran kritik rekabet avantajının “müşteriye verilen sözü tutma konusundaki titizlik” olduğunu belirtti.
Kadooğlu, bu yaklaşımı şu sözlerle açıkladı: “Sipariş değişse, rota uzasa, maliyet artsa bile, teslimat ve kalite standardını korumayı temel prensip görüyoruz. Bu, sadece bir ticari disiplin değil, yıllar içinde oluşmuş bir iş ahlakı. Bugün birçok pazarda tekrar bizi tercih etmelerinin nedeni, kriz anlarında bile güven vermemizdir. Sadece ürün değil, güven de ihraç ettiğimiz için kalıcı ilişkiler kurabiliyoruz. Bu da rakiplerin kolayca elde edemeyeceği bir avantaj sağlıyor.”
Yükselen enerji, işçilik maliyetleri ve döviz kurlarındaki dalgalanmaların kârlılığı tehdit ettiğini belirten Kadooğlu, uluslararası piyasalarda fiyat rekabetçiliğini korumak için operasyonel verimliliğe odaklandıklarını ifade etti. Maliyet baskısını yönetmek için dijital planlama, enerji takibi ve stok yönetimi yazılımları kullandıklarını dile getiren Başkan Kadooğlu, bazı işletmelerin otomasyon adımları attığını, bazılarının ise geri dönüşüm ve atık azaltımı yöntemleriyle tasarruf sağladığını belirtti. Ancak teknolojiyi sadece maliyet düşürmek için değil, aynı zamanda doğru planlama ve sürdürülebilir üretim için kullandıklarını vurguladı.
![]()
Anadolu Aslanları İş Adamları Derneği (ASKON) Genel Başkanı Orhan Aydın, küresel ticaretteki zorlu rekabet ortamına karşı Türk ihracatçısının uygulayacağı stratejik dönüşümleri açıkladı. Başkan Aydın, geleneksel üretimden katma değerli, markalı, tasarım odaklı ve inovatif üretime geçişin bir zorunluluk olduğunu ifade etti.
Başkan Aydın, mevcut pazarları korumak ve kârlılığı artırmak için sektörlerin özgünlük ve inovasyona yöneldiğini belirtti: Tekstil: Teknik tekstiller ve sürdürülebilir moda gibi niş alanlara odaklanarak ortalama birim fiyatları 14 dolardan 70-80 dolarlara çıkarabiliyor. Mobilya: Kaliteli malzeme ve akıllı çözümlerle ortalama ihraç fiyatını 3 dolardan 6 dolara yükseltmek hedefleniyor. Aydın ayrıca, Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyumun bir yük değil, geri dönüştürülebilir malzemeler ve çevreci üretim süreçleriyle bir rekabet avantajı olduğunu vurguladı.
İhracatta dijitalleşmenin önemine dikkat çeken Aydın, e-ihracat hacminin 2024’te 6,4 milyar dolara ulaştığını ve 2025 hedefinin 8 milyar dolar olduğunu söyledi. KOBİ’ler için sadeleştirilmiş mikro ihracat ve yurt dışı depo çözümlerinin, lojistik maliyet ve sürelerini düşürdüğünü belirtti. Teknolojik dönüşümün ancak nitelikli insan gücüyle sürdürülebileceğini ifade eden Aydın, sanayi ve iş hayatının gençlerle erken yaşta entegre edilmesi gerektiğini, bunun yeni nesil uzmanların yetiştirilmesi için hayati önem taşıdığını vurguladı.
GÜNDEM KORİDORU
05 Aralık 2025