Söyleşi

Büyülü bir ülke hayaliyle yola çıkanlar... El Turkolar

Yedi kıtada Türklerle ilgili belgeseller çeken ve ‘Türklersiz yazılacak bir dünya tarihi eksiktir’ diyen bir yapımcı İsrafil Kuralay. Son kitabı olan El Turko ise belgesel esnasında tuttuğu günlükten derlediği yazılar olarak çıkıyor okuyucuların karşısına. Bu belgeseli çekme fikrinin ortaya çıkışını ise şu sözlerle ifade ediyor, “İlginç ve değerlendirilmemiş bir hikâye olması bize çok orijinal geldi. Bu öncü bir belgesel ve devamının getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.” Kâğıt zammından matbaadaki gelişmelere, fuarlardan kitabı El Turko’ya ilişkin merak edilenleri İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İsrafil Kuralay ile konuştuk.

6dk okuma
Türkiye'de İş Dünyası28.06.2022
Büyülü bir ülke hayaliyle yola çıkanlar... El Turkolar

Yedi kıtada Türklerle ilgili belgeseller çeken ve ‘Türklersiz yazılacak bir dünya tarihi eksiktir’ diyen bir yapımcı İsrafil Kuralay. Son kitabı olan El Turko ise belgesel esnasında tuttuğu günlükten derlediği yazılar olarak çıkıyor okuyucuların karşısına. Bu belgeseli çekme fikrinin ortaya çıkışını ise şu sözlerle ifade ediyor, “İlginç ve değerlendirilmemiş bir hikâye olması bize çok orijinal geldi. Bu öncü bir belgesel ve devamının getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.” Kâğıt zammından matbaadaki gelişmelere, fuarlardan kitabı El Turko’ya ilişkin merak edilenleri İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İsrafil Kuralay ile konuştuk.

Ülkemizdeki ve yurt dışındaki kitap okuma oranlarını karşılaştıracak olsak neler söylersiniz?

“10 Türk’e bir kitap düşer” diye bir deyimimiz var. Ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Şuanda bir Türk’e 10 kitap düşüyor. Tabi bunun içerisinde eğitim ve kültür yayınları da var ama yine de çok yabana atılacak bir sayı değil bu. Ülke olarak yayıncılıkta genel ekonomik göstergelerden daha iyi durumdayız. Ülkemiz ilk 20 ekonomide ama kitap yayıncılığında ilk 10’da yer alıyoruz. Bu bizim kitaba bakışımız ve algımızın ötesinde bir durum. Kitap yayıncılığında ülkemiz başarılı bir konumda. Tabii ki ülkemiz için yeterli değil daha iyiye ulaşmak için çaba sarf etmemiz gerekiyor. Bu noktada yayıncılar kâğıdın zamlanması ile sıkıntıdalar ama kitap üretmeye ve yayınlamaya devam ediyorlar.

Kâğıt fiyatlarının artmasıyla matbaacıların sabit bir fiyat belirlemesi zorlaşıyor. Bu durum kitap satışlarını etkiliyor mu? Bu konuyla ilgili yapılmasını düşündüğünüz bir öneriniz var mı?

Aslında batıyla karşılaştıracak olursak bizde kitap hala ucuz. Londra Kitap Fuarı’nda da kitap fiyatlarını kontrol etme imkânım oldu. En düşük kitap 20 Sterlin’den başlayarak 100 Sterlinler’e kadar ulaşıyor. Bizim paramızla bakacak olursak gerçekten yüksek fiyatlar. Bir taraftan da dijitalleşme diye bir olguyla karşı karşıyayız. Kâğıda basılan kitabın yanında dijital ortamlarda da okunacak kitapların artık yavaş yavaş üretilmesi gerekiyor. Klasik yayıncılar dijital yayıncılığa geçmediği için dijitalde bir ekonomi oluşmadı. Kitapta başka bir önemli konuda dağıtım konusu. Şuanda dijital platform üzerinden dağıtım yapan uluslararası firmalar Türkiye’yi de radarına almış durumda.

EKONOMİNİN ÖNCÜ GÜCÜ VE YOL AÇICISI

Fuarlar yayıncılığın gelişmesine nasıl katkılar sağlıyor?

Fuarlar için ekonominin öncü güçleri diyebiliriz. Fuarlar aynı zamanda pazar, tanışma, alışveriş yapma mekânları. Ben bu sebeple fuarları ekonominin büyülü mekânları olarak değerlendiriyorum. Kitap konusu ile değerlendirecek olursak, kitabın kültür ekonomisinin bir parçası olarak düşünüyorum. Yalnızca klasik ekonomilerdeki gibi gıdada, inşaatta, makinada bir ürünü sattığınız zaman ürün satıcı ve alıcı arasında bir trafik oluşturuyor. Ama burada daha yüksek katma değerden söz ediyoruz. Sadece alıcı ve satıcı arasında değil, bir kitap okunduğu zaman bir kültür dönüşümü ve kültür ihracatı yapılmış oluyor. Kitap, sinema, reklam ve tiyatro gibi kültüre tekabül eden konular aslında ekonominin öncü gücü şeklinde. Çünkü kültürel altyapıyı oluşturuyor. Bir kitaptaki hikâyeyi okuyan okuyucu o mekânı görmek istiyor.

İstanbul Ticaret Odası Başkanı Şekib Avdagiç, İstanbul Ticaret Odası Başkan Yardımcısı İsrafil Kuralay İstanbul Ticaret Odası Genel Sekreteri Prof. Dr. Nihat Alayoğlu ve Meclis üyeleri, Birleşik Arap Emirlikleri heyetiyle Londra Kitap Fuarı’nda bir araya geldi.

Geçtiğimiz günlerde katıldığınız Londra Kitap Fuarı’ndaki trend neydi? Bu kapsamda gelecekte bizi neler bekliyor?

Londra Kitap Fuarı’nın iki özelliği var. Bunlardan ilki; normal kitapların sergilendiği bölüm. Bir diğeri ise telif ajanslarının telif alışverişi yaptıkları bölüm. Burada yüz yüze görüşmeler gerçekleştiriliyor. Londra Kitap Fuarı’nın asıl özelliği telif alışverişinin yapılması. Bizde telif ajansları çok az, mutlaka sayılarının artması gerekiyor.

Matbaaların da dikkate alınarak kitap ekonomisinin değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Burada tabii ki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın önemli bir katkısı var. Bakanlığı’n TEDA (Türk Kültür, Sanat ve Edebiyatının Dışa Açılması) Projesi bulunuyor. Bu projeyle bugüne kadar 3 bin 500 eser 80 dilde ve 60 ülkede yayınlanmış. Bu da Türk literatüründe ön açıcı bir çalışma.

MATBAACILIK BİTMEYECEK

Son dönemlerde hepimizin diline pelesenk olmuş bir kelime var ‘dijitalizasyon’. Kitap sektörü bu süreçten nasıl etkilenir?

Bir kısmı muhafazakâr davranarak kâğıdın devam edeceğini ve kâğıtla kitabın ilişkisinin kısa zamanda bitmeyeceğini düşünüyor. Yeni nesil dijitalizasyona çok hızlı adapte oldu. Tüm makaleleri, yazıları, kitapları kısaca tüm enformasyonu cep telefonlarından alıyor. Makale ve yazılarda dijital okumalar daha kolay ama kitapta bende biraz tereddütteyim. Dijitalde çok uzun soluklu okumalara beyin olarak çokta hazırlıklı değiliz. Birde dijitalizasyon hızı artırdığı için dikkat yoğunluğumuz azaldı. Dikkat yoğunluğumuz azalınca çok kısa süreli odaklanabiliyoruz. Bu sebeple de 100 sayfalık bir kitabın dijitalde okunmasının çok kolay olmadığını düşünüyorum. Dijitalleşme şuanda gazete, dergi gibi alanlarda daha yoğun.

Matbacılık sektörünün gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tarihsel hikâyeye baktığımız zaman Gutenberg’in 1450’de yaptığı ilk matbaadan 300-400 yıl sonra bizde matbaa kuruluyor. Bizim bu zaman diliminde büyük bir kaybımız var. Cumhuriyet döneminde matbaanın gelişmesiyle hem teknoloji hem de kitap baskısı anlamında çok hızlı bir yol aldık. Fakat dijitalleşme matbaayı da zorluyor. Hal böyle olunca çoğu matbaa daha çok özel, spesifik işlerle ve özgün çalışmalarla nitelikli işler yapma peşinde. Seliloz üretiminden kaynaklanan bir sorun sebebi ile Türkiye’de kitap kâğıdı üretilmiyor. Bu sebeple sıkıntı büyük. Baskı sayıları düşe-bilir. Londra Kitap Fuarı’nda gördüğüm kadarıyla ihracat yapan matbaalar çok daha rahat. Çok yüksek miktarda cirolar var ve ihracat anlamında ciddi kazançlar elde ediyorlar. Ama daha küçük ölçekli matbaalar için önümüzdeki günlerin çok kolay olmayacağını söyleyebilirim. Matbaanın biteceğini düşünmüyorum. Yazının kâğıtla buluşması gibi dijital ortamda buluşmasını çok negativize etmemek lazım. Bu noktada da e-kitabın da bir ekonomisinin oluşması için ciddi manada çalışma yapılması gerekiyor.

Sosyal Medya’nın popüler olmasıyla gençlerde kitap okuma algısı biraz daha azaldı aslında. Çoğunluğu kolay tüketilebilir yazılara yöneliyorlar. Siz bu konuda gençlere ne tavsiyeler verirsiniz?

Sosyal medyanın şöylede bir tarafı var; hiçbir şey okumayan insanlarda sosyal medya sayesinde okuyorlar. Eskiden herkes toplu taşımada soğuk soğuk dışarıya bakardı şimdi telefonlarıyla bir şeyler yazıyor, gönderiyor, bu da bir şey. Ama ileri okumalar yapmak için gençlere teşvik edilmesi açısından kısa hikâyeler, otobiyografiler ve biyografileri önerebilirim. Başarı hikâyelerinin olumlu etkileri olduğunu düşünüyorum. Örneğin; matematiği bir öğrenci sevmeyebilir, ama John Forbes Nash’in filmini seyredip kitabını okudukları zaman inanıyorum ki matematiği seveceklerdir. Kitabın yanında gerçek hayat hikâyelerinden dizler ve filmlerde okumaya teşvik eder diye düşünüyorum.

El Turko Kitabınızı 13 bölümlük bir belgesel esnasında tuttuğunuz günlükten ortaya çıkardığınızı söylediniz. Bu belgeseller esnasında unutamadığınız ilginç bir olay var mı?

1,5 yılda hazırladığımız belgesel sırasında çok ilginç hatıralar ve insanlarla karşılaştım. Latin Amerika’da 30 milyona yakın El Turko var. Bunlar arasında devlet baş-kanları, üniversite rektörleri, iş adamları ve çok büyük sanatçılar var. Mesela bunlardan bir tanesi Arjantin’de El Turko lakaplı devlet başkanı Carlos Menem Suriye asıllı bir Osmanlı torunuydu. Bir diğerleri Lübnan asıllı Shakira, meşhur sinema oyuncusu Salma Hayak ve daha niceleri… Diğer bir ilginç olay ise Şili’de yine Osmanlı döneminde göç etmiş şuanda 300 ila 500 bin arasında Filistinli yaşıyor. Filistin’den sonra en çok Filistinli Şili’de. Çok ünlü yazarlar ve şairler var mesela; Halil Cibran bunlardan bir tanesi. Bir başka ilginç olay 1912 yılında batan Titanik gemisinde 100 tane El Turko batıyor. Bunlardan üç tanesi de bugün Erzurum’a bağlı ilçeden üç Ermeni. Bu üç kişiden ikisi parası olduğu için gemiye biniyor, binemeyen ise hayıflanıyor ama aslında şanslı olduğunu çok sonra fark ediyor.

Son kitabınız olan El Turko günlüklerinden bahseder misiniz?

Kitabın çıkışı aslında şöyle oldu; ben TRT’ye13 bölümlük bir belgesel yaptım. Hikâye çok ilginç ve bu konu ile ilgili bir çalışma yapılmış değildi. 1850’lerden sonra Osmanlı coğrafyasının zayıflamasıyla Latin Amerika’ya hızlı bir göç başlıyor. Özellikle Suriye, Filistin, Lübnan, Mısır’a Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden çok sayıda insan Akdeniz üzerinden Amerika’ya göç ediyor. Almanya’ya göç eden insanlarımızın hikâyeleri gibi tahta sandıklarla sırtlarında heybeleriyle birkaç parça ihtiyacını alarak yola çıkıyorlar. Büyülü bir ülke, yeni bir kıtaya gidiyorlar ama nereye gittiklerini bilmiyorlar. Çoğu dil bilen insanlar değil zaten. Özellikle Suriye ve Lübnan bölgesi çok dilli ve çok dinli bir coğrafya. Önce gayrimüslimler gidiyor. Osmanlı Devleti’nden Sultan Abdülhamit devletin imajını bozduğunu düşünerek Müslümanların gitmesini engellemeye çalışıyor ama göçe onlar da dâhil oluyor. Bunların hepsi Amerika’ya gidiyor, ama hangi Amerika olduğunu bilmiyorlar tabii. Bir dönem Amerika Osmanlı vatandaşlarını almıyor. Bizimkiler kabul edilmeyince gemiciler göçmenleri kıyı şeritlerine Atlas okyanusu boyunca dökerek gidiyorlar. Bu hikâyeyi 13 bölümlük bir belgesele dönüştürdüm. Lübnan, Suriye, Meksika, Brezilya, Arjantin, Şili, Uruguay’da çekimler yaptık, bende bu çekimlerde hem yönetmen hem de metin yazarı olarak bulundum. Bu sırada da her gün yaşadıklarımı ve gördüklerimi not tuttum ardından da kitaba dönüştürdük.

Söyleşi
Yorum Yaz